31 Mayıs 2008 Cumartesi

Sami Yusuf Almuallim Klibi İndir ve Izle

Sami Yusufun Al Mualim isimli Parçasına ait video klibi indir izle

http://rapidshare.com/files/111822700/almuallim.WMV

Seher 40 (Kırk) Yaşındasın Video Klibi

Seherin okuduğu 40 yaşındasın şiiri

http://rapidshare.com/files/111822699/40yas.wmv

tıkla indir

Mustafa Yıldızdoğan Şahit 2008 Indir Dinle Full Rapid

Selam aleyküm
Mustafa yıldızdoğan'ın 2008 yılında çıkarmış olduğu son albümü şahit indir dinle


http://rapidshare.com/files/119115929/MustafaYildizdogan-Sahit2008-KaskirNeT.rar

30 Mayıs 2008 Cuma

Kurtlar Vadisi Pusu Mematinin Türküsü muziği Dinle indir

Kurtlar Vadisi pusunun 40. bölümümündeki Mematinin muziği türküsü

Ölümde uyandım isimli parçayı indirmek için buyrun

http://rapidshare.com/files/118920940/pusu-gulum.mp3

22 Mayıs 2008 Perşembe

İsmail YK Bas Gaza Son Album Indır Dinle 2008

İsmail YK Bas Gaza Son Album Indır Dinle 2008
İndirip Dinlemek için tıklayınız...

http://rapidshare.com/files/116802096/Ismail_YK_-_Bas_Gaza_2oo8_FuLL_ALbum.rar

27 Nisan 2008 Pazar

Mustafa Cihat Seni Ben Kime Anlatayım Ey Ölüm indir dinle

Esselamü aleyküm

Mustafa cihatın seni ben kime anlatayım ey ölüm isimli parçası hiç bir albümünde yok sadece bizden size...


http://rapidshare.com/files/110740048/Mustafa_Cihat-Ey_oeluem.mp3

Dursun Ali Erzincanli- En Sevgiliye 2 Rar Indir Dinle

Dursun Ali Erzincanlının En Sevgiliye 2 Albümünü indirmek için tıklayınız,

http://rapidshare.com/files/107001451/DursunAliErzincanli-Ensevgiliye-2.rar

Dursun Ali Erzincanli- En Sevgiliye 1 Rar Indir Dinle

Dursun Ali Erzincanlının En Sevgiliye 1 Albümünü indirmek için tıklayınız,

http://rapidshare.com/files/106997828/DursunAliErzincanli-Ensevgiliye-1.rar

12 Nisan 2008 Cumartesi

Tiyatro Sevgili Peygamberim 11. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 11. Bölüm İndir Dinle http://rapidshare.com/files/105318249/SevgiliPeygamberim11.mp3

Tiyatro Sevgili Peygamberim 10. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 10. Bölüm İndir Dinle http://rapidshare.com/files/105318248/SevgiliPeygamberim10.mp3

Tiyatro Sevgili Peygamberim 9. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 9. Bölüm İndir Dinle http://rapidshare.com/files/105318247/SevgiliPeygamberim9.mp3

Tiyatro Sevgili Peygamberim 8. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 8. Bölüm İndir Dinle http://rapidshare.com/files/105318245/SevgiliPeygamberim8.mp3

Tiyatro Sevgili Peygamberim 7. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 7. Bölüm İndir Dinle http://rapidshare.com/files/105318243/SevgiliPeygamberim7.mp3

Tiyatro Sevgili Peygamberim 6 Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 6 Bölüm İndir Dinle http://rapidshare.com/files/105311412/SevgiliPeygamberim6.mp3

Tiyatro Sevgili Peygamberim 5. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 5. Bölüm İndir Dinle http://rapidshare.com/files/105310216/SevgiliPeygamberim5.mp3

Tiyatro Sevgili Peygamberim 4. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 4. Bölüm İndir Dinle http://rapidshare.com/files/105310215/SevgiliPeygamberim4.mp3

Tiyatro Sevgili Peygamberim 3. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 3. Bölüm İndir Dinle

http://rapidshare.com/files/105308034/SevgiliPeygamberim3.mp3

Tiyatro Sevgili Peygamberim 2. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro Sevgili Peygamberim 2. Bölüm İndir Dinle

http://rapidshare.com/files/105308033/SevgiliPeygamberim2.mp3

Tiyatro: Sevgili Peygamberim 1. Bölüm İndir Dinle

Tiyatro: Sevgili Peygamberim 1. Bölüm İndir Dinle

http://rapidshare.com/files/105308032/SevgiliPeygamberim1.mp3

5 Nisan 2008 Cumartesi

Semsi Yastiman Memleket Hasredi Indir Dinle

Şemsi Yastıman Memleket Hasreti

http://rapidshare.com/files/105116204/Semsi_Yastiman-Memleket_Hasreti.mp3

Grup Yesilask Anne Indir Dinle Mp3

Selam Aleyküm

Grup YeşilAşk Tıkla İndir

Mustafa YildizDogan Senin Umrundami Klip Indir İzle

Mustafa YildizDogan Senin Umrundami Klip Indir İzle

MustafaYildizdogan-SeninUmrundamiKlip.wmv

Huseyin Turan-Soyleyemedim Mp3 Indir Dinle

Selam Aleyküm,
Hüseyin Turanın seslendirdiği Söyleyemediğim isimli parçasi...
İndirmek için
http://rapidshare.com/files/105113811/Huseyin_Turan_-_Soyleyemedim.mp3

Kurtlar Vadisi Pusu Abdülhey İskence Müziği

Kurtlar Vadisi Pusu Dizisinin Abdülheye işkence sahnesindeki Aysun Gültekin'in seslendirmiş olduğu müzikler.Dizikdeki ve Orjinal Hali

http://rapidshare.com/files/105111194/KurtlarVadisiPusu-AysunGultekin-DegirmenBasinda.mp3


http://rapidshare.com/files/105111978/de__287_irmen_ba__351___305_nda_vurdular_beni-aysun.mp3

Grup 571 Bir Güneş Doğdu Cocuk Klipleri Indir İzle Rapid

Grup 571 Bir Güneş Doğdu Cocuk Klipleri Indir İzle Rapid

http://rapidshare.com/files/105109834/Grup571_BirGunesDogdu_CocukKlip.rar

Alper Son Albüm Özledim Mp3 Indir Dinle

Alper Son Albüm Özledim Mp3 Indir Dinle

http://rapidshare.com/files/92288154/Alper-Ozledim.mp3

Alper Son Albüm Onun Adı MuhammedMp3 Indir Dinle

Alper Son Albüm Onun Adı MuhammedMp3 Indir Dinle
http://rapidshare.com/files/92287632/Alper-OnunAdiMuhammed.mp3

Alper Son Albüm Savas Cocugu Mp3 Indir Dinle

Alper Son Albüm Savas Cocugu Mp3 Indir Dinle

http://rapidshare.com/files/92285547/Alper-SavasCocugu.mp3

Alper Son Albüm Ya ResulAllah Mp3 Indir Dinle

Alper Son Albüm Ya ResulAllah Mp3 Indir Dinle

http://rapidshare.com/files/92284945/Alper-Yarasulallah.mp3

Alper Son Albüm Yemin Mp3 Indir Dinle

Alper Son Albüm Yemin Mp3 Indir Dinle
http://rapidshare.com/files/92284348/Alper-Yemin.mp3

Alper Son Albüm Lailaheilallah Mp3 Indir Dinle

Alper Son Albüm Lailaheilallah Mp3 Indir Dinle

http://rapidshare.com/files/92266965/Alper-Lailaheilallah.mp3

Alper Son Albüm Hasan ile Huseyin Mp3 Indir Dinle

Alper Son Albüm Hasan ile Huseyin Mp3 Indir Dinle

http://rapidshare.com/files/92265033/Alper-HasanileHuseyin.mp3

Alper Son Albüm Eller Kelepceli Mp3 Indir Dinle

Alper Son Albüm Eller Kelepçeli Mp3 Indir Dinle

http://rapidshare.com/files/92264589/Alper-EllerKelepceli.mp3

Alper Son Albüm Anne Mp3 Indir Dinle

Esselamü Aleyküm

http://rapidshare.com/files/92263849/Alper-Anne.mp3

Grup 571 Selam Olsun Cocuk Klipleri Indir İzle Rapid

Esselamü aleyküm

Grup 571in Selam Olsun isimli Klbini indirip izlemek için

http://rapidshare.com/files/105108273/Grup571_SelamOlsun_CocukKlip.rar

Yusuf Ziya Özkan-Ahiretten Mektup Şiir İndir Dinle

Esselamü Aleyküm
Yusuf Ziya Özkan'ın Ahiretten Mektup isimli Albümünü indirmek için

http://rapidshare.com/files/105071113/YusufZiyaOzkan-AhirettenMektup.rar

Cemal Kuru Gel Gel 5 Albümü İndir Dinle Rapid

Esselamü Aleyküm

Cemal Kuru GEl GEl 5 İndir

http://rapidshare.com/files/104362490/RamazanSari-YaHayy.rar

Ramazan Sarı Ya Hay Albümü İndir Dinle Rapid

Selam aleyküm

Ramazan Sarının Albümünü İndir

http://rapidshare.com/files/104362490/RamazanSari-YaHayy.rar

2 Nisan 2008 Çarşamba

RehaYeprem-YildizlarGeceninDegildir Full Album Rar İndir Dinle

Esselamü Aleyküm
Reha Yeprem Yıldızların Gecenin Değildir isimli Albümünü indirip dinlemek için

http://rapidshare.com/files/104357109/RehaYeprem-YildizlarGeceninDegildir.rar

Tıkalyın...

17 Mart 2008 Pazartesi

24 Şubat 2008 Pazar

Örtünenlere deniz yasak

Deniz büyük bir nimet, faydalarından biri de yüzme ve serinlemeye imkan vermesidir. Cennet ülkemizde başka nimetler nasıl esirgenmemiş ise deniz de esirgenmemiş, 3 tarafımız denizlerle çevrili, ayrıca içeride de büyük sular var. Bu sulardan yüzmek ve serinlemek için örtünme derdi olmayanlarla erkekler bol bol istifade ediyorlar. Sıra örtünen, dince örtülmesi gereken yerlerini açmayan, açamayan kadınlarımıza, kızlarımıza gelince bunlar, kıyılarda yaşıyor, yakın erkekleri gözlerinin önünde denize giriyorlar, onlara ise kıyıdan iç geçirerek bakmak kalıyor. Bazı hamiyetli veya ticari mânada gözü açık kişiler kıyılarda, örtünen kadınlarımızın istifade etmeleri için bir yer ayırıyor, çevresini uygun bir şekilde kapatıyorlar, burada eksiğiyle de olsa örtünen kadınlarımız denize giriyor, yüzüyor, eğleniyor ve Allah'ın deniz nimetinden de istifade imkanı buluyorlar. Gel gör ki, laiklik elden gidiyor diye gece gündüz uykusuz kalan bazı sivil ve resmi şahıslar bu din özgürlüğü, adalet ve eşitlik gereği olan uygulamaya razı olmuyorlar, koca denizler onlara dar geliyor, örtülülere ayrılmış bir avuç deniz parçasına göz dikiyorlar. Sivil memurlarla maksatlarına ulaşamazlarsa askerlere başvuruyorlar, bu imkanı ortadan kaldırıyor, örtünenler mahrumiyetin üzüntüsünü onlar ise laikliği korumanın huzurunu yaşıyorlar.

Hasılı denizlerde örtülüye yer yok; tıpkı okullarda olduğu gibi "ya okumaktan ve denize girmekten vazgeçersiniz, yahut da bizim dediğimizi yapar, bizim gibi olur, hem okula hem de denize girersiniz" diyenler bu insafsız uygulamalarını neye dayandırıyorlar?
Anayasa'nın 43. maddesine göre "Kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir. Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir." Bu konu 3621 sayılı kıyı kanunu'nda3 da şu şekilde düzenlenmiştir: Madde 6: Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Madde 13: Bu kanun kapsamında kalan alanlardaki uygulamaların kontrolu; belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediye, dışında ise valilikçe yürütülür. Madde 15'e göre, duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engelleri oluşturanlara kum, çakıl alan veya çekenlere para cezası uygulanır. Para cezası, ilgisine göre doğrudan doğruya vali veya belediye başkanı tarafından verilir..."
Örtülülerin istifade ettikleri "etrafı kapatılmış yerleri" yıktıranlar, yukarıda geçen kanun maddelerine dayanıyorlar. Halbuki bu yerler özel mülkiyete geçirilmiyor, yine kamunun yararlanmasına açık bırakılıyor, ancak buna ihtiyacı olanlar düşünülerek kamu içinden belli özellikler ve hassasiyetler taşıyanlara tahsis ediliyor. Kamuya ait bir yerin yine kamunun bir kesimine, makul ve adil gerekçelerle ayrılması yukarıdaki maddelere aykırı değil. Kıyılarda böyle tahsislerin haddi hesabı yoktur. Çıplaklar kampından tutun da belli kesimlere, asker ve sivil bürokratlara, belli alanlarda ve işyerlerinde çalışanlara ait, başkalarının giremediği, yararlanamadığı birçok kıyı var. Bunlara dokunulmuyor, çitleri, kapıları sökülmüyor, bekçileri işten uzaklaştırlmıyor da devletin gücü örtünenlere mi yetiyor? Parasız girilemeyen plajlar nasıl ayrılmış? Niçin kadınlar tuvaleti var?
Bir gün öyle bir laiklik anlayışı hakim olacak ki, bu anlayış sebebiyle memurlar ibadetlerini yapabilecekler, başlarını örtebilecekler, içkili yerlerde oturmak istemeyen Müslümanlar'a belediyeler vb. kurumlar içkisiz yerler tahsis edebilecek, isteyen öğrenciler başları kapalı okuyabilecekler, isteyen vatandaşlar faize bulaşmadan ekonomik faaliyet yapabilecekler... İşte o zaman bu ülkede eşitlik, demokrasi, din ve vicdan hürriyetinden söz etmenin anlamı olacak.
2 Yeni Şafak, 05.09.2003 3 Onay tarihi 04.04.1990

İmam Hatipliler üvey evlat mı?

İmam Hatipliler'e devletin bazı yöneticileri üvey evlat muamelesi yapıyor, bazıları onları diğer okullarda okuyan çocuklarımızdan ayırıyor, şaibe altında bırakıyor, onlara güveniyor, bunlardan şüphe ediyor, hem de bunu ellerinde hiçbir sağlam bilgi ve belge olmadığı halde yapıyorlar.
Dindar geçinen, cami cemaati diye ifade edilen kesimin de İmam Hatip okulları'yla ilişkisi, bundan 10 yıl öncesine nisbetle çok farklı; kendi çocuklarını bu okullara göndermiyorlar, bu okulları seçen öğrencilere de daha öncekilerin yaptıkları yardımları yapmıyor, yeterli ilgi ve sempatiyi göstermiyorlar. Bu davranışın sebebi, elden gelen gayret sarfedildiği halde bu okulların, manevi amaçlarını gerçekleştirememesi olsaydı bir diyeceğimiz olmazdı; davranışın sebebi ne gariptir ki, bu okulların maddi ve dünyaya ait amaçları gerçekleştiremez hale getirilmiş olmasıdır; yani birkaç yıldan beri uygulanan haksız bir kararla mezunlarının, diğer meslek liselerinden mezun olanlar gibi mağdur edilmeleri, istedikleri yüksek öğrenimi yapmalarının engellenmesidir. Dindarlar, "çocuklarımızdan hiç değilse biri din alimi olsun, din alanında halka hizmet etsin" demiyorlar, diyemiyorlar, imanları bunu demeye yetmiyor, hepsi dünya hayatında geçerli ve itibarlı olan meslekler edinsinler, mühendis, doktor, avukat... olsunlar, hayatları refah içinde geçsin... diyorlar. Peki İmam Hatip okulları dışında bir okulda okuyan çocukların dinle ilişkilerinde istenmeyen durumların ortaya çıkma riski yok mu? Bu soruyu sormuyor, başkaları sorar veya hatırlatırlarsa bir meşrulaştırma şekli bulabiliyorlar. Yanlış anlaşılmasın, ben başka okullarda okuyan çocuklarımız dinsiz veya dine yabancı yetişirler demiyorum, ama iki tip okulu karşılaştırdığım zaman İmam Hatipliler'in dindar yetişme ihtimallerini daha galip görüyorum. Başka okullarda zayıf bir din kültürü dersi var, İmam Hatipler'de daha kuvvetli din dersleri var, başka okullarda ibadet uygulaması ve buna uygun mekan yok, İmam Hatipler'de ibadet eğitimi için daha uygun bir ortam mevcut.
Batı'da kiliselerin, her seviyede, sayılmayacak kadar çok okulları var, Türkiye'de Diyanet'in veya vakıfların okulları olamıyor, Milli Eğitim'in diğer okullarında da din eğitimi ve öğretimi yetersiz, dindar vatandaşların çocuklarına diledikleri dinin eğitimini verebilmeleri için İmam Hatip okulları'ndan başka seçenek kalmıyor, bu okulların önünü kesmek, sayılarını azaltmak çare değildir, ihtiyaca cevap vermek gerekir, devlet cevap vermezse halk daha sağlıksız yollardan ihtiyacını karşılamak mecburiyetinde kalır. Halkımız büyük fedakârlıklar yaparak ve gayretler sarfederek birçok İmam Hatip binası yaptı, devletine güvendiği için bu binaları da Milli Eğitim'e verdi, şimdi kadir bilmez mirasyediler gibi bu binalar başka okullara tahsis ediliyor ve İmam Hatip okulları bir bir kapanıyor. Bu durum karşısında bütün hassas Müslümanlar'ın rahatsız olmaları, sorumluluk duygusu içinde ürpermeleri ve çare aramaları gerekiyor. Allah razı olsun bazı veliler, gönüllü kuruluşlar, müftüler ve diğer din görevlileri, İmam Hatip idarecileri ve öğretmenleri bu sorumluluk duygusuna sahip bulunuyorlar, şurada burada insanın gözlerini yaşartacak gayretler oluyor, ama yeterli değil, daha yaygın ve daha etkili çabalara ihtiyaç var. Bir yandan İmam Hatip liseleri'nin yüksek öğrenime geçmede önünü açmak için, diğer yandan da mevcut okulları kaybetmemek, öğrenci yokluğu yüzünden kapanmalarını engellemek için çalışmak gerekiyor. Bu çalışmaların ibadet olduğunu hatırlatmama bilmem gerek var mı?
14 Yeni Şafak, 29.08.2003

İmam Hatipliler

Kulaklarında ve vicdanlarında duyma arızası bulunanlar duyuncaya veya susuncaya kadar bin kere de olsa bazı gerçekleri yazmak gerekiyor. Son günlerde yine İmam Hatipliler ile dindarların kurduğu okullarda okuyan çocuklarımız ve bunların yetişmiş mensupları aleyhine haksız, tarafgir, peşin hükme veya ideolojik taassuba dayalı saldırılar, ithamlar, karalamalar, tasarruflar oluyor. Neymiş, İmam Hatip mezunları şeriatçı, laiklik, cumhuriyet ve demokrasi düşmanı, tehlikeli insanlarmış, bunlara fırsat vermemeli, yüksek ve önemli bürokrat, vali, kaymakam, rektör, dekan, subay, genel müdür... olmaları engellenmeli, iktidara gelirlerse kendilerine karşı topyekun mücadele edilmeli, elleri kolları bağlanmalı ve kuşatılmalıdırlar... Daha da iyisi İmam Hatip Liseleri'nin okul ve talebe olarak sayıları azaltılmalı, mezunları yalnızca İlahiyat tahsili alabilmeli, başka yüksek öğrenim kurumlarına kabul edilmemelidir...
Bu iddia ve tedbirler karşısında bir de gerçeğe, gerçekte olup bitene bakalım: İmam Hatip okulları açılalı 52 yıl, ilk mezun vereli de 45 yıl oldu. Bu okullardan mezun olan veya bir süre okuyup ayrılan insan sayısı milyonları geçti. Mezunlardan her türlü resmi ve sivil işte çalışanlar var, orduda olmasa da Emniyet'te ve genel idarede önemli görevler alanları var, çeşitli dernek, vakıf ve kulüplerde çalıştılar, sağ, sol ve merkez partilere girdiler, parti yönetimlerinde görev aldılar, milletvekili, bakan ve başbakan olanları var; yani 45 yıldır bu insanlar Türkiye'de yaşıyorlar ve çeşitli alanlarda faaliyet göstererek denetleniyorlar, tecrübe ediliyorlar. Dedikoduları bir yana bırakırsak İmam Hatipliler'in demokrasi karşıtı olduklarına dair hiçbir belge ve tecrübe mevcut değildir. Türkiye'de birkaç kere hukuka ve demokrasiye aykırı ihtilal yapıldı; bunları İmam Hatipliler yapmadı, ayrıca bunlar İmam Hatipliler'e karşı da yapılmadı; Menderes, Demirel ve Erbakan İmam Hatipli değildirler. Türkiye'de gerici ve rejim düşmanı diye suçlanan, mensupları yakalanan ve çeşitli cezalara çarptırılan örgüt mensupları da İmam Hatipliler değil. Bu okulların mezunları hep legaliteyi seçmişler, ülkenin anayasal nizamı çerçevesinde hareket etmeyi ilke bilmişler, hukuka uygun örgütler kurmuşlar, bazıları siyasetten uzak durmuş, bazıları ise iktidara gelmek için gizli cemiyet değil parti kurmuşlar, daha doğrusu kurulmuş partilere girmişlerdir. İmam Hatipliler yerel yönetimlerde iş başına geldikleri yerlerde, bazı karalayıcıların beklentileri ve yalan şayialarına rağmen yerleşim bölgelerini yeşile boğmuşlar, su, yol, köprü, geçit, park, temizlik gibi belediye hizmetlerinde rakipleriyle kıyaslanamayacak hizmetler vermişler, işler başarmışlardır. Siyasi iktidarda söz sahibi olduklarında, aynı dünya görüşünü paylaşan, fakat İmam Hatipli olmayan arkadaşlarıyla elele vererek demokratik cumhuriyeti korumak, demokrasinin ertelenmesine ve engellenmesine mani olmak, ülkeyi çağdaş dünyanın güçlü ülkeleri arasına sokmak için Avrupa Birliği'nin yolunu tutmuşlardır. Laikliği, "dindarlığa karşı olmak, dine müdahale etmek, dînî hak ve özgürlükleri mümkün olan asgari seviyede tutmak" olarak anlayan ve uygulayanlar, bu amaçlarına zarar verir korkusuyla AB'ye girme konusunda ayak sürürken onlar olanca güçleriyle buna asılmışlardır...
Yukarıda özetlenen 45 yıllık tecrübe İmam Hatipliler'in ne olduklarını ve ne yapmak istediklerini açık ve kesin olarak ortaya koymaktadır. Bunun dışında kalan iddialar ve ithamlar ya iftira, ya marjinali genelleme, yahut da kasıtlı olarak abartma sonucudur.
Laik ve demokrat bir ülkede dindarlara da dinsizler veya gevşek dinliler kadar kamusal alanda hayat hakkı tanınanacaktır. Farklı inanç grupları birbirlerine dayatma yapmadan inançlarını yaşayacak, ülkeye hizmet konusunda ise eşit şartlarda yarışacaklardır. Millet hangi grubun hizmetini beğenirse onu seçer, buna da kimsenin itirazı olmamalıdır; bugün seçen dener, beklentisi gerçekleşmezse yarın iktidardan indirir başka guruba fırsat verir. "Bunlar gelince gitmezler" düşüncesi bir bahaneden ibarettir; millet gönderdiği halde gitmezlerse demokrasilerde bunun da çareleri vardır.
13 Yeni Şafak, 24.08.2003

İmam Hatip ve İlahiyat mezunları'nın durumu

Hürriyet gazetesi ve Kanal D'nin "İmam Hatiplerde kelime oyunu" başlığı altında verdikleri haberin nasıl bir çarpıtma olduğunu Sayın Y. Doç. Dr. Mustafa Öcal, Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni'ne gönderdiği bir yazıda şöyle açıklıyor:
"Haberde söz konusu olan bilgiler 1972 yılında yayınlanan İmam-Hatip okulu yönetmeliğinde aynen var, doğru. Ancak bu haberi yapan meslektaşınız Kamuran Zeren ve gazeteye o manşeti atan sizler, yönetmelikten bir yıl sonra (1973'te) çıkan ve yönetmeliğin ilgili maddesini iptal eden 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununu ve özellikle kanunun 32. maddesini nasıl görmezlikten ve bilmezlikten gelirsiniz?!.. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu 1983'te, 2842 sayılı kanun olarak yeni anayasaya uyumlu hale getirilirken bazı değişiklikler yapıldı ve revize edildi. Ama hem 1973'teki halinde ve hem de 1983'teki halinde İmam-Hatip liselerini tanımlayan madde aynen muhafaza edildi. O maddeye göre "İmam Hatip liseleri hem mesleğe ve hem de yüksek öğretime eleman hazırlayan bir orta öğretim kurumu" olarak tanımlanmaktadır. "Kendi alanında" ifadesi, diğer meslek liseleri gibi bu okulların da adı "İmam-Hatip okulu" iken geçerli idi. Milli Eğitim Temel Kanunu ile bütün mesleki ve teknik liselerle birlikte İmam-Hatip okullarının adı da "Lise"ye çevrilince o hüküm ortadan kaldırılmıştır... Unutulmasın ki, gönderdiğim bilgiler arasında 1972 yılında "Milli Eğitim Reformu Stratejisi"ni hazırlayanların da ifade ettiği gibi, üniversiteye öğrenci hazırlamak yalnızca bir okulun tekelinde olamaz. Üstelik anayasanın 42. maddesi de "eğitimde fırsat eşitliği"nden bahsetmektedir."
İhtiyaç bulunduğu halde öğretmen olarak tayin edilmeyen ilahiyat mezunlarının yanık seslerine de bir kulak verelim:
"Bizler bir grup ilâhiyat mezunuyuz. Son 5 yıldır hemen hemen ilâhiyat mezunları öğretmenlik için atanmıyorlar gibi bir şey.17 Milli Eğitim Bakanımız sayın Hüseyin Çelik nisan ayında yaptığı açıklamada şayet 25 bin kadro verilirse 2067 Din Kültürü öğretmeni alacaklarını, şayet bu sayı 20 binle sınırlandırılırsa tüm branşların eşit oranda etkilenip buna göre ayarlama yapılacağını bildirdi. Maalesef korktuğumuz oldu toplam öğretmen kadrosu 20 bin olarak ilan edildi, fakat daha da vahimi ilahiyat mezunları Din Kültürü ve Ahkak Bilgisi Öğremenliği için 1650 kişilik bir kontenjanla % 20'lik düşüşten etkileneceğine, sanki % 70'lik bir genel kadro daraltılması varmış gibi 700 kişilik bir kadro ile sınırlandırıldılar! KPS sınavı yapıldı ilâhiyatçılar bu sınavda üstün başarı göstererek yüksek puanlar aldı. Fakat boştaki mezun çok, verilen kadro az olduğu için 80 puan ve altı bu yılki atamalarda yerini alamadı. Halbuki 65 puan alan spor akademisi mezunları daha az başarılı oldukları için daha fazla kontenjanları olduğu için atanabiliyorlar! Sizin aracılığınızla adaleti partisi'ne isim yapmış iktidar partisinin Milli Eğitim Bakanı Muhterem Hüseyin Çelik bey'e burdan sesleniyoruz: Lütfen mümkünse genel kadro sayısını 5 bin daha arttırarak başa dönün ve Din Kültürü öğretmenliğine 2067 öğretmen alın, ya da etkilenmemiz gereken oranda bizim kontenjanımızı sınırlandırıp 700'den, 1700'lere çıkartın. Bizler binbir güçlükle okuyup bu günler için yetiştirildik, neredeyse 20 yıldır okuyoruz. Aldığımız üniversite puanıyla hukuk, kamu yönetimi gibi gözde bölümlere rahatlıkla girebilirdik, fakat bir anlamda peygamber mesleği olan "ilim ve irşad" yolunu seçtik. Mesleki eğitimimizde ihtisas yaptık pedagojik formasyonumuzu aldık. Şimdi ortada kaldığımız için ana babamıza karşı mahçubuz! Çoğumuz işi olmadığı için memleketine dönemiyor. 2 yıldır nişanlı olup işsiz olduğu için evlenemiyen arkadaşlarımız var. Bu haksızlık daha ne zamana kadar sürecek!" Yönetici, "bir kurdun aşırdığı koyundan da sorumludur", ayrıca bazı beklentilerin makul bir süresi vardır!
16 Yeni Şafak, 15.08.2003

İmam Hatip liseleri ve İlahiyat fakülteleri

Tüm İlahiyat Fakülteleri ve Yüksek İslam Enstitüleri Mezunları Derneği (TİYEMDER) Genel Başkanı Selahattin Yazıcı, Mecidiyeköy Kültür Merkezi'nde bir basın toplantısı düzenleyerek şunları söylüyor: "20 bin din dersi öğretmeni ve Diyanet İşleri Başkanlığı'na bağlı camilerde 30 bin din görevlisi açığı bulunmasına rağmen, ilahiyat fakültelerinin ikinci eğitim öğretim programları iptal edilmiş, 2 yıllık ilahiyat meslek yüksek okullarına 1998'den beri öğrenci alımı durdurulmuştur. Bu yetmiyormuş gibi her yıl ilahiyat fakültelerinin kontenjanları dürüşürülüyor... Geçtiğimiz yıl ilahiyat fakültelerine 1339 öğrenci alan YÖK, bu yıl 511 ilahiyat ve 434 ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği bölümleri olmak üzere toplam 945 kontenjan verdi. İnönü, Osmangazi ile Yüzüncüyıl ilahiyat fakültelerine hiç öğrenci alınmazken, Cumhuriyet, Fırat, Çorum, Harran, İstanbul, KTÜ Rize, Çanakkale 18 Mart, Sakarya ve Süleyman Demirel ilahiyat fakültelerinin ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği kısımlarına ise öğrenci alınmayacağı açıklandı. 10 ilahiyat fakültesine ise 21 kişilik komik kontenjan verilerek kapanmaları için adeta zemin hazırlandı..."
İmam Hatip liselerinde bazı iyileştirmeler yapmak, mezunlarının yüksek öğrenime geçerken uğradıkları açık haksızlığı gidermek için mevzûatta ve daha önce alınmış kararlarda ufak tefek değişiklikler yapmak istediği anlaşılan Milli Eğitim Bakanı malum çevre ve medya tarafından topa tutuluyor; İmam Hatip mezunlarına yeniden istedikleri alanda yüksek öğrenimin yolunun açıldığı, kızların başlarını örterek okumalarını sağlamak üzere bazı düzenlemelerin yapıldığı, âdeta bir felaket haberi gibi veriliyor. Bakanlık yalanları açıklıyor, doğruları ise yumuşatıyor, "haksızdı, yanlıştı, düzeltiyoruz, bundan daha tabii ne olabilir" diyecek yerde "korkmayın, istemediğiniz veya önemli bir şey yapmıyoruz" manasına gelecek ifadeler kullanıyor. Sayın Yazıcı istihdam açığını ortaya koyuyor, buna göre ilahiyat kontenjanlarının arttırılması gerekiyor. Bize göre ise istihdam ihtiyacı olmasa bile isteyenin istediği yerde okumasına imkan verilmelidir. Başka alanlarda üniversite mezunları işsiz gezerken kontenjanlar kısılmıyor da ilahiyat alanında niçin kısılıyor? Bir şahıs ilahiyat tahsili alır, dinini yüksek tahsil seviyesinde öğrenir, ondan sonra da dilerse limon satarak hayatını kazanır; buna kimin karışma hakkı vardır? Türk halkının % 99'unun müslüman olduğu hep söylenir. Bana göre yaklaşık 70 milyon nüfusun 10'una bir "dini iyi bilen" gerekir. Bu da 7 milyon eder. Bu yedi milyon İmam Hatip ve ilahiyat mezunu, hiçbir karşılık beklemeden 10 insana dinini ve Kitabı'nı öğretir, onlarla devamlı temas halinde olur. Bu 7 milyon insanın ekmek parası kazanmak için edinecekleri iş ve meslek ise ayrı bir konudur. Din öğreten, başka imkan bulduğu sürece "din hizmetinden geçinmez", din hizmeti ibadet olarak yapılır. İşte Türkiye'nin bu kadar din hizmetlisine ihtiyacı vardır. Bu hesabı abartılı bulanlar ise istihdam ihtiyacını göz önüne alsınlar, buna göre de ilahiyatlara yapılan bir kıyımdan ibarettir.
İmam Hatip liseleri, diğerleri gibi "hem mesleğe, hem de yüksek öğrenime eleman ve öğrenci yetiştirir", onların yüksek öğrenim haklarını yalnızca kendi alanlarına hapsetmek büyük haksızlıktır; eğitim ve öğretimin gereği değil, ideolojik ayrımcılığın, dindarlık karşıtlığının gereği olarak yapılmaktadır. Bugünkü iktidar partisinin adında "adalet ve kalkınma" varsa, varlık sebepleri bu iki kavramı hayata geçirmek ise İmam Hatiplere ve ilahiyatlara yapılan haksızlığı da engellemek mecburiyetindedirler.
Bir başka haksızlıklar paketinin dış sebebi olan başörtüsü meselesini çözmek ise CHP'nin buna evet demesine, bu konuda yapılacak düzenlemelerde iktidarı desteklemesine bağlıdır. Şu anda bu iki partinin evet dediğine Türkiye'de hayır diyecek çevrelerin yapabilecekleri bir şey yoktur.

Türban bir simge midir?

Sayın Alkan, yazsının devamında şunları söylüyordu: "Yargı organları türbanı şeriatın simgesi olarak görmekte haklı mıdır? Sorun burada düğümleniyor. Bu sorunun yanıtını yargıda değil, uzun yıllardır türbanı şeriatın simgesi olarak selamlayanlarda aramalıyız. Ben 1960'ların başlarında üniversite öğrencisiydim. Okulumuzda çok sayıda kız öğrenci vardı. O zamanlar henüz türban icat edilmemişti. Eski usul başörtüsü vardı. O başörtüsü de pek çok şeyi simgelerdi kuşkusuz: Dindarlığı, tevazuu, geleneklere bağlılığı, eşine sadakati, muhafazakârlığı... Bir ideolojik ve siyasal silah değildi, kültürel bir tercihti. Ve kadınların güzelliğine pekâlâ bir şeyler katardı. Ve okulumuzda kaç kız başörtüsü takardı, hiç düşünmedik. Belki kimse takmazdı, belki de yarısı takardı. Ama bir ideolojik kavga aracına indirgenmediği için buna dikkat etmek aklımıza bile gelmemişti. Okul yönetiminin de bu konuda belirli bir tavrı yoktu. Ve ne Anayasa Mahkemesi ne de Danıştay bu konuları gündemine alma gereği duymuştu. Kimse seçim meydanlarında türban nutukları atmazdı. Bu nedenle de, o dönemde, kadınların bütün ortamlarda başörtülerini takma özgürlüğü vardı. Sonra Erbakan'ın partiler dizisi çıktı karşımıza. Başörtüsü yada özel ve simgesel takılış biçimiyle 'türban' kültürel bir tercih olmaktan çıktı, siyasal bir savaş aracına indirgendi. O andan itibaren 'türban' masumiyetini yitirdi. Şeriatçı siyasetin simgesi oldu. Ve Anayasa Mahkemesi'nin, Danıştay'ın karar vermesi gereken konular arasında yer aldı. Bir eliyle türbanı yüceltenler, öbür eliyle şeriatı, İslami ekonomiyi, 'İslam NATO'su'nu, 'İslam Birleşmiş Milletleri'ni, 'İslam Dinarı'nı savunuyorsa, mahkemelerin nasıl bir yorum yapmasını beklerdiniz? Her şeye karşın, 'türban' sorunu hiç de basit değil. Bir devlet memuruyla üniversite öğrencisini aynı kefeye koyamazsınız. Devlet memuru, devletin yetkisini kullanmaktadır ve tarafsız olmak zorundadır. O bakımdan siyasal ve ideolojik simgeler taşıması uygun olmaz. Ama üniversite öğrencisi, devletin hizmetinden yararlanan bir vatandaştır. Siyasal simge taşımaları, kamusal olanakları kullanarak insanlar üzerinde haksız bir tahakküm kurabilecekleri anlamına gelmez. Bu nedenle, kamu görevlileriyle üniversite öğrencilerinin aynı kefeye konularak değerlendirilmesini yanlış buluyorum. Üniversite öğrencilerinin siyasal simge taşıyabilmeleri, bu çerçevede türban da takabilmeleri gerekir."

Bu satırlarda bizim de katıldığımız, 1960'lı yıllarla ilgili önemli tespit ve değerlendirmeler var. Farklı düşündüğümüz noktalara gelince:
1. Başörtüsü ile türban ayrımı gerçekleri yansıtmıyor. Türban adı verilen baş örtme biçimi de bir başörtüsü şekli veya modasından ibarettir. Bunun siyasal İslam'ın simgesi olduğu hususu hiçbir ilmî araştırmaya dayanmıyor, yalnızca bir yakıştırma.
2. Üniversite'de okuyan, başını örten, fakat "Erbakan'ın partilerin"e oy vermeyen birçok kız ve kadın vardır.
3. Başını örtenlerin, 1960 ve daha öncesine ait tavır ve talepleri ile sonraki tavır ve taleplerini bir partinin faaliyetlerine bağlamak yerine, hepsini birden bu süre içinde ülkede ve dünyada meydana gelen değişimde, bu değişimin başkalarını olduğu gibi dindar müslümanları da etkilemiş olmasında aramak daha doğru olur.
4. Siyasetçilerin dini kullanmaları, dindarları cezalandırma ve haklarını ellerinden alma sebebi olamaz. İstismarı asgariye indirmenin yolu, din ve düşünce özgürlüğü alanında hak ve özgürlükleri kısmamak, haksızlık yapmamaktır.
5. "Bir eliyle türbanı yüceltenler, öbür eliyle şeriatı, 'İslami ekonomiyi', 'İslam NATO'sunu, 'İslam Birleşmiş Milletleri'ni, 'İslam Dinarı'nı savunuyorsa, mahkemelerin nasıl bir yorum yapmasını beklerdiniz?" sorusuna cevabım şudur: Mahkemeler mevcut kanunlara göre hükmederler. "Herkes başını örtecek" diyen bir kanun da, "herkes başını açacak" diyen bir kanun da laikliğe aykırıdır. Bunlardan birine "evet" diğerine "hayır" diyen mahkemeler hukuk devletinin mahkemeleri olmaz. İslam ekonomisini, dinarını, natosunu... savunmayı suç saymak, demokrasiye ve insan haklarına aykırıdır. Demokrasiyi ortadan kaldırmak dışında savunulan bu düşüncelerin halk oyu ile hayata geçirilmesi demokrasinin gereğidir. Demokrasilerde geçit verilmeyen sınır, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin ortadan kaldırılması teşebbüsüdür.
6. Başını örten bir memurun zorla başını açtığınız zaman onun inancını ve düşüncesini değiştirmiş olmazsınız. Eğer devlet, otoritesini kullanırken ayrımcılık yapacaksa, simgesi olmadığı zaman bunu daha kolay yapar.

Siyaset-din ilişkisi ve başörtüsü

Sayın Türker Alkan bir köşe yazısında, Recai Kutan bey'in bir açıklaması sebebiyle başörtüsü yasağının kaldırılması konusunu ele alıyor, bir iktidarın, çoğunluğu bulsa bile bunu yapamayacağını ifade ederek sebep ve delillerini sıralıyor. Alkan'a göre "çoğunluğu sağlasa bile buna gücü yetmez. Çünkü türban yasağı, sadece yasalarda bulunan bir yasak değildir. Bu yasak, Danıştay'ın ve Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına dayanmaktadır. Dahası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de bu doğrultuda kararları vardır. Üniversitede ve devlet dairelerinde türbanı serbest bırakan bir yasa çıkarılsa bile, büyük bir olasılıkla Anayasa Mahkemesi'nden dönecektir. Neden? Çünkü Anayasamıza göre Türkiye laik bir ülkedir ve yargı organlarımız türbanı laikliğe aykırı bir zihniyetin simgesi olarak görmektedir."
Bu "mahkemelerin kararları" delili, başörtüsü yasağının sürmesinden yana olanlar tarafından çok kullanıldığı ve devamlı ileri sürüldüğü için bu delilin geçersizliğini bir daha açıklamakta fayda görüyorum. İdare mahkemelerinden bazıları başörtüsü yasağının kaldırılması doğrultusunda karar verdi. Danıştay, Anayasa Mahkemesi'nin kararına dayanarak yasak lehinde karar verdi. Anayasa Mahkemesi başörtüsü yasağının devamına ve ilgili kanunun iptaline karar verirken, "dinden, dini talepten ve uygulamadan kaynaklanan bir kanun çıkarmanın laikliğe aykırı olduğu" gerekçesine dayandı. İptal edilen kanun "inanç yüzünden baş örtmek serbesttir" demeseydi de, dini ve inancı karıştırmadan "üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir" deseydi, mahkeme bunu laikliğe aykırı göremeyecek ve kanunu iptal edemeyecekti. "İnanç sebebiyle örtünme serbesttir" şeklinde bir kanun laikliğe aykırı mıdır? Bize göre "Hayır, aykırı değildir." Laiklik, farklı inanç sahipleri ile inançsızların diledikleri gibi, inançlarına uygun yaşamalarına imkan veren, bir inancı bütün insanlara dayatmayı engelleyen bir sistemdir. "Din böyle emrettiği için bütün bayanlar başlarını örtecektir" diye bir kanun çıkarılırsa bu laikliğe aykırı olur. Ama "İnancı yüzünden başını örtmek isteyen örter" şeklinde bir kanun çıkarıldığında bu laikliğe aykırı olmaz. Bugün insan haklarının, laikliğin ve demokrasinin beşiği sayılan ülkelerde anlayış ve uygulama böyledir. Ben yine de tekrarlıyorum: Mevcut mevzuata göre YÖK bir karar alsa ve din veya inanç kelimelerini kullanmadan "Üniversitelerde başın açık veya kapalı olması serbesttir" dese hiçbir kanuna ve ilkeye aykırı hareket etmiş olmaz. Mahkeme ısrar ederse bu takdirde Anayasa'nın ilgili maddesine "inanca dayanan ve başkalarının haklarına zarar vermeyen bir uygulama laikliğe aykırı sayılamaz" mealinde bir fıkra eklenir.
Şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararına gelelim. Sayın Alkan "...bu doğrultuda kararları vardır" diyor. Sanırım bağlayıcı olmayan, danışma mahiyetinde bulunan "komisyon" kararı ile bağlayıcı Mahkeme kararını birbirine karıştırıyor. AİHM'nin bugüne kadar, başörtüsü aleyhine, başörtüsünü yasaklayan, yasaklamayı onaylayan bir kararı çıkmamıştır. Başörtüsü konusunda Mahkemenin, RP'ni kapatma kararına itiraz davasında bir atfı vardır ve bu atıf şöyledir: "Mahkeme (AİHM, dört kişilik çoğunluk) tek tek ele alındığı zaman RP yöneticilerinin tutumlarının özellikle İslam ve başörtüsü meselesinde veya ibadetlere göre kamu sektöründe saatlerin düzenlenmesinde...Türkiye'deki laik rejim için yakın bir tehlike teşkil etmediklerini de değerlendirmektedir..."
"(Üç kişilik azınlığın karşı oy yazısından) Bu kararda Komisyon (Avrupa İnsan Hakları Komisyonu), laik üniversitelerde İslâmî başörtüsünü yasaklayan yönetmeliklerin uygulanmasının, dilekçe sahiplerinin din hürriyetine zarar getirmediğini bildirmişti. Bize göre bu davalar, şöyle veya böyle gereksizdirler ve sadece İslamî başörtüsünün takılmasının cesaretlendirilmesi olayının bir siyasi partinin kapatılmasını haklı çıkarıp çıkarmayacağı sorusunu tartışmak sözkonusu iken bunlar kesinlikle ileri sürülemez."12 AİHM'ne doğrudan başörtüsü yasağının intikali meselesi de şöyle olmuştur: Zeynep Tekin, Ege Üniversitesi Hemşirelik Meslek Yüksek Okulu'nda öğrenci iken 1998 yılında başörtülü olduğu gerekçesiyle uzaklaştırıldı. Tekin, bunun üzerine idare mahkemesine dava açtı, ancak davası reddedildi. Ardından Danıştay'a başvuran Tekin, Danıştay'ın da red cevabı vermesi üzerine iç hukuk yolları tükendiği için 1998 yılında Avukatı Halit Çelik aracılığıyla AİHM'ye başvuruda bulundu. Başvurusunda başörtüsü yasağının Türkiye'nin de imzaladığı İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğunu belirten Tekin'in dilekçesi 1998 yılından Temmuz 2002 tarihine kadar AİHM tarafından incelendi. Tekin'in avukatı Halit Çelik ve Türkiye adına savunma yapan avukatları dinleyen ve konuyu araştıran AİHM 4. Dairesi, 2 Temmuz 2002'de verdiği kararla Tekin'in başvurusunun kabul edilebilir olduğunu ve davanın esastan incelenmesi gerektiğini bildirdi. Buna göre Tekin'in yaptığı başvuru esastan incelendikten sonra 11 Kasım 2002 tarihinde Strasbourg'ta yapılacak olan duruşmada nihai karar verilecek. Görüldüğü gibi AİHM'nin başörtüsü yasağını onaylayan bir kararı mevcut değildir.
12 Mahkeme zabıtlarından alınmıştır.

Patronların Türkiye'si ve İmam Hatipler

Patronlar kulübü TÜSİAD Çeşme'de toplanarak ülkenin önemli bazı meselelerini konuştular, kendilerine göre tespitler yaptılar, çözüm teklifleri sundular. Toplantıda TÜSİAD başkanı ile Yüksek İstişare Konseyi başkanı birer konuşma yaptılar. Bu konuşmalarda benim altını çizdiğim ve karşı düşüncelerimi ifade etmek istediğim beş konu var: Uzlaşma, YÖK, meslek liseleri19 ekonominin önceliği ve orman arazisi.
Uzlaşma konusunda söylediklerinden şu sonuç çıkıyor: İktidar oy aldığı tabana verdiği sözleri ve kendi ictihadına göre ülke çıkarına olan plan, program ve icraatı bir yana bırakmalı, hangi konularda muhaliflerle anlaşabiliyorsa, uzlaşabiliyorsa, hangi konularda muhalefet izin veriyor, rıza gösteriyorsa onlara bakmalıdır. Peki uzlaşamazsa; yani muhalefet20 izin vermez, razı olmazsa iktidar ne yapacak? İstikrar için bu konuları programından çıkaracak. Böyle bir mantık sistemi, "seçilmemişlerin resmen kurulmamış koalisyon yönetimine" götürmez mi? İktidar seçmen tabanının iradesini değil de karar ve icraatını beğenmeyenlerin iradesini esas alırsa bu kimin, hangi düşünce ve tercihlerin iktidarı olur? Eskiden bazı camilara mensup grupların birlik çağrıları olurdu; bunlar nasıl bir birlik istiyorlar diye baktığınızda her birinin "Bizim bayrağımızın altına gelin, bizim dediklerimizi kabul edin olsun bitsin" dedikleri anlaşılırdı. Bugün de uzlaşma çağrısında bulunanların bundan anladıkları "Bizim istediklerimizi yapın, istemediklerimizi yapmayın"dan ibaret oluyor. Uzlaşmak en azından "tarafların karşılıklı fedakârlıkları ve tavizleri" ile olur; Türkiye'de böyle bir uzlaşma talebi görülmüyor.
YÖK'ün siyasileştirilmesinden söz ediliyor. Bu iktidar mı YÖK'ü siyasileştiriyor, yoksa YÖK zaten siyasileşmiş mi? Belli bir ideolojiye angaje olmak ve üniversiteleri merkezin kıskacına alarak kımıldamaz hale getirmek de bir siyasileşme değil midir? Bu iktidar YÖK konusunda bütün taraflara danışarak uzlaşma arayışı içinde değil mi? Uzlaşmak için illa da başkalarının dedikleri mi olmalıdır?
Patronlar, meslek liselerinin üniversitelere, diğer liselerle eşit şartlarda girmelerine karşı çıkıyorlar; yıllardan beri bu konudaki düşünce ve talepleri hiç değişmedi. Almanya'da bazı yetkililerle konuşmuşlar, "bizim gençlerimizden korkmayın" demişler, onlar da "iyi eğitmeniz şartıyla" cevabını vermişler. Türkiye'nin gelecekte nasıl şekilleneceği eğitime bağlı imiş. Şimdi bu cümleleri yanyana koyup bir sonuca varalım: Patronlara göre Türkiye'nin geleceği "dindar insanların da her kademede yer aldığı, söz sahibi olduğu" bir gelecek olmamalıdır, bunu sağlamak için de İmam Hatip liseleri'nden mezun olanlar yalnızca Diyanet hizmeti yapmalı, bunun dışında ülkenin önemli kararları ve bu kararların icrası çerçevesinde rol almamalıdırlar. Batı'da kiliselerin ana okulundan üniversiteye kadar binlerce okulu vardır, buralardan mezun olan dindar Hiristiyan'lar devletin her kademesinde görev alırlar; ama patronlara göre Türkiye'de böyle olmamalıdır, eğitim laik olmalıdır.
Patronlar ekonominin önceliğinden söz ediyorlar; ahlaksız ekonomi ülkeyi selamete götürecekse hortumlamaları, kayıt dşı ekonomiyi, vergi kaçırmaları... nasıl açıklayacaklar? Ekonomi ile ahlaki eğitimin paralel yürümesinde ne sakınca var? Sakınca yoksa niçin ülkemizde bir ahlak eğitimi probleminin de olduğuna temas etmiyorlar?
Bazı ekonomik gelişmeler yanında darboğazların, çözülememiş problemlerin de olduğunu söylüyorlar; arkasından kalkıp orman vasfını kaybetmiş ve halen üzerinde hukuka aykırı yapılaşma olmuş ve kullanılmakta olan arazilerinin satışına karşı çıkıyorlar. Bu satışlardan, hadi 20'leri bırakalım 8-10 milyar dolar gelir elde edilse önemli yaralara merhem olmaz mı? Hem devletin cari açığından, borcun büyüklüğünden... söz etmek hem de önemli bir gelir kaynağına karşı çıkmak çelişkiye düşmek değil midir?
Hasılı ben bu patron temsilcilerini dinlerken konuşmaların bağımlılık ve karşıtlık etkisi altında olduğu intibâını edindim ve hiç tatmin olmadım.
18 Yeni Şafak, 21 Eylül 2003 19 Asıl maksatları İmam Hatip liseleri 20 Yalnızca partileri değil, TÜSİAD başta olmak üzere başka tarafları da kastediyorum

Din eğitimi

İnsan hakları ile ilgili açıklama ve antlaşmaları ihtiva eden belgelerin tamamında din ve düşünce hürriyetine yer verilmiş, düşüncenin hiçbir zaman suç olmayacağı, din hürriyetinin de "inanma, yaşama, açıklama, öğrenme-öğretme, örgütlenme" hürriyetlerini kapsadığı açıkça ifade edilmiştir. Bu belgelerde dini öğrenme, öğretme ve din eğitimi verme hakkı içerik yönünden hiçbir kısıtlamaya tabi tutulmamış, neleri nasıl ve ne zaman öğretecekleri dindarlara bırakılmış, devlete müdahale hakkı tanınmamıştır. Laik Batı'da devlet okulları yanında vakıfların, kilise gibi dini kurum ve kuruluşların, yerel yönetimlerin her seviyede okul açmaları ve işletmelerine izin verilmiş, mezunların diplomaları tanınmıştır. Bu ülkelerde de dine inananlar ve inanmayanlar, hayatını din kurallarına göre yaşayanlar ve yaşamayanlar vardır. Hem bu çeşitlilik hem de okulların bağlı bulunduğu kurumların, kuruluşların farklı dünya görüşlerine sahip bulunmaları bir bölünme, parçalanma ve tehlike olarak görülmemiş, çoğulcu demokrasi anlayışının gereği olarak kabul edilmiştir. Buralarda devlet, ancak başkalarının hak ve özgürlüklerine karşı tecavüz, kısıtlama, kınama gibi bir durum meydana geldiği, eylem ortaya konduğu zaman harekete geçer ve haksız tasarrufu engeller.

Türkiye'de, Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi Cumhuriyetin ilk yıllarında da farklı kurum ve kuruluşlara bağlı okullar vardı. Cumhuriyet inkılabı bir kültür değişimini öngördüğü ve bunu zorlama ile de olsa gerçekleştirmeyi hedeflediği için bütün okulları bir mercie bağlamayı ve öğretim-eğitim politikasını bu merci vasıtasıyla kontrol etmeyi uygun buldu, 03 Mart 1340 tarihinde Meclisin kabul ettiği "tevhîd-i tedrîsat" kanunu ile bunu sağladı. Kanunun birinci maddesi Türkiye'de mevcut bütün ilmi kurumları ve okulları Milli Eğitim Makanlığı'na bağlıyor, ikinci maddesi şer'iyye ve evkaf bakanlıkları ile özel vakıflara bağlı okulları milli eğitime devrediyor, dördüncü maddesi ise yüksek din uzmanları yetiştirmek üzere bir ilahiyat fakültesi, din hizmetlerini yerine getirmek üzere memurlar yetiştirmek için de İmam Hatip okulları açma vazifesini yine Milli Eğitim Bakanlığı'na veriyordu. Belli bir süre bu kanun uygulandı, sonra Ziraat, Sağlık Bakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı gibi kurumlara bağlı okullar açılmaya başlandı, bu uygulama kanunun ruhuna ve maksadına aykırı görülmedi. Önce yalnızca imam ve hatip yetiştirmek için açılan okullara halk fazlaca rağbet edince hem okulların hem de öğrencilerin sayıları arttırıldı; mezunlara, imtihanları kazanmaları halinde başka alanlarda da yüksek öğrenim hakkı verildi. Bu okullarda okuyanlar normal lise derslerini de aldıkları için üniversiteye giriş imtihanlarını kazanmakta ve çeşitli fakültelerde başarı ile tahsil görmekte güçlük çekmiyorlardı. Ayrıca Kur'an okumayı öğrenmek ve genel din bilgisi almak isteyenlere kolaylık sağlamak için Diyanet işlerine bağlı Kur'an Kursları açıldı.
"Eğitim ve öğretimde birlik sağlamak" mânasına gelen "tevhîd-i tedrîsât" adını taşıyan kanununun (ttk) hedefi "duyguda ve düşüncede" tek tip insan yetiştirmekti. Uygulama gösterdi ki bunun için bütün okulların Milli Eğitim'e bağlanması yeterli olmuyordu, bakanlığa bağlı okullarda duygusu, düşüncesi, ideolojisi farklı nice insan yetişmişti, ayrıca demokrasilerde tek tip insandan değil, çoğulcu bir yapıdan söz edilebilirdi, marifet bu çoğulcu yapı içinde birlik ve beraberliği sağlamaktı. Anlaşılan gerçek, yöneticileri yeni bir milli eğitim ve öğretim politikasına götürmesi gerekirken diğer kesim başa dönmeyi, tevhîd-i tedrisatı daha sıkı bir şekilde uygulamayı, farklı düşünce ve alt kültür renklerine hayat hakkı tanımamayı savunur oldular. İmam Hatiplere ve Kur'an Kurslarına reva görülen muamele ise daha başka gerekçelere dayanıyordu. Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nun anayasaya aykırı sayılarak iptal edilmesinin kanunla engellenmiş olması bunun değiştirilmesine mani değildir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre değiştirilmesi mümkün olmayan maddeler 1, 2 ve 3. maddelerdir. Dünyada olup bitenlere, gelişmiş demokrasilere ve Tevhîd-i tedrîsât kanunu'nun uygulamasından elde edilen sonuçlara bakılarak bu kanunun değiştirilmesi mümkündür, hatta gerekli bile olabilir. İmam-Hatip okulları, Kur'an Kursları, açıldığı takdirde isteğe bağlı din eğitimi okulları Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'na aykırı mıdır?
İrticayı bahane ederek din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlamayı ideolojik bir takıntı haline getirmiş bazı yorumculara göre bu sorunun cevabı "Evet, aykırıdır" şeklinde veriliyor. Meseleye tarafsız ve ilmî olarak bakan bazı hukukçulara göre de bu okulları devletin açması, Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nu bir yana laikliğe aykırıdır. Birinci değerlendirmeye katılmamız mümkün değildir; çünkü Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nun 2. maddesi "bilcümle medrese ve mektepler maarif vekaletine devir ve raptedilmiştir" diyor. Kur'an Kursları medrese ve mektep olmadığı için kanunun kapsamına girmez. Birçok kurumun açtığı sayısız kurs vardır; Kur'an Kursları da Diyanete bağlı olarak açılmış kurslardır ve Milli Eğitim'in denetimine tabidir. Halen okullarda mecburi olarak okutulan "din kültürü ahlak bilgisi" dersi dışında kalan ve isteğe bağlı bulunan din eğitimi ve öğretimi anayasanın 24. maddesinde yer almaktadır. Bu eğitim ve öğretimin gerçekleşmesi çeşitli yol ve şekillerde olabilir. Bunlardan birisi de mesela Diyanet'in veya sivil kurum ve kuruluşların açacakları "din eğitimi ve öğretimi okulları"dır. Bu okulları açmaya Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nu engel oluyorsa uygun şekilde tadil edilmesi gerekir. İkincisi bu okullar Milli Eğitim'e bağlı olarak açılır, diğer öğretimi aksatmayacak şekilde programlar yapılır ve yürütülür; isteğe bağlı din eğitim ve öğretimi bir anayasal haktır ve gerçekleştirilmesi engellenemez.
İmam Hatip liselerinden mezun olanların yalnızca imam ve hatip olmaları, başka bir yüksek öğrenim görmelerinin doğrudan veya dolaylı bir şekilde engellenmesi Anayasaya, insan hak ve hürriyetlerine aykırıdır. Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nu "bu maksatla ayrı mektepler açılacaktır" diyor, bu mekteplerden mezun olanların başka yüksek öğrenim dallarından mahrum edileceklerini söylemiyor. Söylese idi, o'da insan haklarına ters düşerdi ve tadil edilmesi gerekirdi.
Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu'nu veya irticayı bahane ederek, münferit davranışları genelleştirerek din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlamak irticadır, bağnazlıktır, demokrasiye ve insan haklarına aykırıdır; bu sebeple sürdürülemez ve başarılı olamaz. Duyguda düşüncede tek tip insan yetiştirme projesi çağın gerisinde kalmıştır. Gerekli olan ülkenin halkı ve toprağı ile bölünmez bütünlüğünü ve bağımsızlığını korumak ise bunun için vatanı, milleti ve insanı seven, erdemli, çalışkan, insan haklarına saygılı insanlar yetiştirmek yeterlidir. Böyle insan yetiştirmenin en önemli şartı ise, kültür ve eğitim politikasının, bu politikaya uygun programların, millete mal olmuş değerlerle örtüşmesidir, onlara ters düşmemesidir. Bu değerlerin başında din gelir; din ile, dindar ile barışık olmayan projeler başarısızlığa mahkumdur. Dindar ile mürteciyi biribirinden ayırmanın yolu ise kılık, kıyafet, ibadet vb. değildir; başkalarının hak ve özgürlüklerini kısıtlama eylemidir.
Halen ilköğretim okullarında mecburi bir ders olarak okutulan Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersi, milli birlik ve beraberlik için gerekli ve faydalı olmakla beraber bir "İslam dini öğretim ve eğitimi" olarak ele alındığında verilen bilgi eksiktir, öğretenlerin bir kısmı işin ehli değildir, eğitim hiç yoktur. Şimdi bu 3 hususu biraz açalım:
a) Bilgi eksiktir, tam olabilmesi için kitapların, devletin müdahalesi dışında ehliyetli bir heyetin hazırlayacağı programa göre yazılmış olması gerekir.
b) Bu dersi okutanların, bilhassa ilköğretim okullarının 4. ve 5. sınıflarında okutanların çoğu sınıf öğretmenleridir, bu dersi okutmak için yetiştirilmiş değillerdir, bir kısmının inancı ve ameli de İslam ile bağdaşmamaktadır. Bu dersi okutmak üzere öğretmen yetişsin diye İlahiyat Fakültelerinde bir program açılmıştır, fakat YÖK ile M.E. Bakanlığı işbirliği yaparak bu programa yeterli öğrenci almamaktadırlar. Halen İlahiyat Fakültesi mezunu birçok eleman bulunduğu halde bunlar öğretmen olarak tayin edilmemekte, norm kadro bahane edilerek ders, uzman öğretmenlere değil, sınıf öğretmenlerine verilmektedir.
c) Öğretmekle eğitmek birbirinden farklı kavramlar ve eylemlerdir. Özellikle din bilgisi her yaşta verilir ve alınırsa da -diğer birçok alanda olduğu gibi bu alanda da- din eğitiminin her yaşta verilmesi ve alınması mümkün değildir; daha doğrusu bu eğitimin küçük yaşta, 4 yaş civarında başlayarak ömür boyu devam etmesi gerekmektedir. Din yalnızca bir bilgi yığını değildir, o imandır, ibadettir, ahlaktır, hayat tarzıdır, duygudur, alışkanlıktır... Bunların bireye kazandırılması için belli yöntemler ve programlar çerçevesinde yapılan faaliyetler bütünü eğitimdir. 4, 7, 10... yaşında alınması gereken din eğitimini 16 yaşından sonra vermek ve almak ya imkansızdır ve ya zordur. Aslında bu hususu, din eğitimini isteyenler de, engelleyenler de bilmektedirler; engelleyenler "hiç almasın daha iyi" demekte, isteyenler de "küçük iken almazsa sonra alamaz, iş işten geçer" diye istemektedirler. İnsan hakları belgeleri ile bunlara dayalı olarak yapılmış anayasalar, küçüklerin dinini seçme ve bunlara gerekli din eğitimi verme/verdirme yetkisini, velilere verdiğine göre, engelleyenlerin yaptığı hem hukuka, hem de din özgürlüğüne aykırıdır. Yine engelleyenlerin "Büyüdükten sonra dini tanısın, isterse kabul etsin ve yaşasın, istemezse reddetsin" şeklindeki argümanları da samimi ve tutarlı değildir; çünkü Türkiye gibi ülkelerde çocuklar, 16 yaşlarına kadar nötr, din karşısında tarafsız/bilgisiz yetişmiyorlar. Onlara bir şekilde din hakkında bilgi ve kanaat veriliyor, hatta yönlendiriliyorlar. Bir müslüman veli düşünelim, çocuğuna İslam eğitim ve öğretimi vemek istiyor, ama 16 yaşına kadar bunu kendisi, istediği yerde ve istediği şekilde verdiremiyor, okulda da verilmiyor, hatta din hakkında bazı olumsuz, yanlış, tek yanlı... telkinler de söz konusu olabiliyor. Çocuğa namaz ve oruç gibi ibadetlerin eğitimini vermek şöyle dursun, aileden aldığı yarım yamalak eğitimle bunları yapmak isteyen öğrenciler engelleniyorlar; şimdi bu müslüman veli ne yapacak? Çocuk onun mu, başkalarının mı? İşte bizim şekvâmız bununla ilgilidir. Din eğitimini engelleyenler insanları dinden kurtarmak istiyor ve bunun onlara iyilik olduğuna inanıyorlar. Din eğitimi almak, aldırmak isteyen müminler ise insanlar için dinin bir "iki cihanda mutlu olma aracı" olduğuna inanıyor, insanları dindarlaştırmayı onlara yapılacak en büyük iyilik olarak kabul ediyorlar. Taraflardan biri diğerine, mecbur kılarak veya engelleyerek kendi inanç ve arzusunu dayatırsa bu çözümsüzlük demektir. Din eğitimi büyüklerin kendi arzularına, küçüklerin ise velilerine bırakılırsa problem çözülmüş olur. Devletin yapacağı din eğitimi isteyen ve istemeyen vatandaşlarına -her birine istediğini vererek- yardımcı olmaktır.

Başörtüsünü zemzemle sulandırmak

Bir değişim süreci içinde köylüsü ve kentlisi ile Anadolu insanı ve Anadolu'dan büyük şehirlere göçerek varoşlara veya kentlilerin mahallelerine yerleşen muhafazakârlar çocuklarını okutma imkanına kavuştular. Bunlar hem çocuklarını okutmak hem de başta dinleri olmak üzere değerlerini korumak istiyorlardı. Bu talep ve tavrın tabîî bir sonucu olarak İmam Hatip okullarında ve İlahiyat Fakültelerinde okuyan kızların tamamı, diğer okullarda okuyan kızların ise bir kısmı İslam'a göre gerekli buldukları/gördükleri şekilde örtündüler, giyindiler ve yaşamaya çalıştılar. Aksine iddialar varsa da şeksiz şüphesiz gerçekleşen, bağnazlığı kendisini kör ve sağır hale getirmemiş herkesin kabul edeceği sonuç şu oldu: Örtünenler ile örtünmeyenler arasında -örtünme meselesine dayalı olarak- bir bölünme, bir çatışma yaşanmadı. Her kesimde bulunabilecek nadir ve genelleme yapılamayacak örnekler dışında örtünenler arasından anarşist, bölücü, insan hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırmak üzere eylemci kimseler çıkmadı. Gerçek bundan ibaret olduğu halde mevcut ve yerleşik durumdan yararlanan, elde ettiği çıkarlarına gölge düşmesini istemeyen bir kesim, ellerindeki gücü kullanarak ve toplumun hassas noktaları ile bazı tabuları kullanarak Türkiye'de yaşanan bu din ve vicdan özgürlüğünü yok etmek, bütün vatandaşları iç ve dışları ile tektip'leştirmek üzere harekete geçtiler. Daha doğrusu hep hareket halinde idiler de bazı siyasî ve sosyal olayları, "hadi acemilikleri, hataları, maksadını aşan söz ve eylemleri diyelim" bahane ederek atak yaptılar. Sanki samimi dindarlığın gelişmesi ve yaygınlaşması ile bir ilişkisi varmış gibi "ülke bölünüyor, laiklik elden gidiyor" sloganıyla ortalıkta gürültü çıkardılar, kafaları karıştırdılar, bilgi ve ilgisi zayıf bazı kimseleri kuşkuya düşürdüler. Sonuç malum: İmam Hatiplere, Kur'an Kurslarına, din eğitim ve öğretimine, başörtüsüne, dindarların siyasî, sosyal, ekonomik ve medyadaki kurum ve kuruluşlarına karşı yapılanlar ortada, herkes olup biteni biliyor.
Dindarlaşmanın gelişmesine karşı alınan tedbirler cümlesinden olmak üzere son zamanlarda İstanbul Valiliği bir genelge ile İmam Hatip Okullarındaki kız öğrencilerin başları örtük olarak okullarına alınmamasını istiyor. İlahiyat Fakültelerinde de aynı uygulama giderek şiddetini arttırmak kaydıyla devam ediyor. Çocuklar kapıların önlerinde, sokaklarda perişan, veliler perişan, halk ile devlet hiç yoktan karşı karşıya getirilmiş durumda; duygular ve inançlar yıpranıyor, birlik ve beraberlik zedeleniyor. "Halk dediğiniz, veliler dediğiniz nedir ki, birkaç dipçik ve jopluk işleri vardır" diyen gafiller umursamazlık içinde faaliyetlerine devam ediyorlar. Aşağıdaki yöneticiler/sorumlular "Ne yapalım, kanun, yönetmelik, mahkeme kararı...var" diyorlar, yukarıdakiler de "Durum malum, bizim yapabileceğimiz bir şey yok, emir ...dan, ...den" diyerek sorumluluktan kaçıyorlar, kaçtıklarını sanıyorlar. Ama vaktiyle İstanbul Üniversitesinde yapılan bir toplantıda, kulakları çınlatan bir kız sesi hala yankılanıyor: "Öyle ise bu kanunlar, bu kararlar niçin var, bu hak ve hukuka aykırı kanunları, kararları, anlayış ve uygulamaları niçin düzeltmiyorsunuz..." İnsan hak ve özgürlüklerine inanan, değer veren her aydın şu günlerde bu baskıya karşı bir şeyler söylemek, bir şeyler yapmak durumundadır.

Bazılarının, ortada böylesine önemli problemler yokmuş gibi davranarak -belki de bu problemlerden dikkatleri başka yönlere çekmek için- asırlardan beri müslümanların uyguladıkları, muteber kitaplarda da yerini almış olan "zemzemle ilgili inanç ve davranışları" mesele yapması yaraya tuz basıyor. Bir zamanlar insanımız, yöneticilerin, yetkili ve yetkisiz birimlerin hatalı karar ve uygulamaları "devlet diye dayatıldığı için" acısını, itirazını, şikayetini içine gömer, sineye çekerdi. Şimdi devletin "kendisi, halk, millet" olduğunu, yöneticilerin de para karşılığı devlete hizmet eden vekiller ve memurlardan ibaret bulunduğunu anlamaya başladı. Artık bunu dile getiriyor, şikayetini ortaya koyuyor, hesap soruyor, hakkını istiyor. Baskılar, haksız tasarruflar bu şuuru güçlendirdiği için -maalesef bu ifadeyi kullanıyorum- yararlı oluyor. Sabır ile koruk helva olacaktır

Başörtüsü yasağının sorumlusu

Kamusal alanda başörtüsü kullanmanın yasak olması neye dayanıyor; yani bu yasağın hukukî-kanunî dayanağı nedir? "Üniversitelerde kılık kıyafet, yürürlülükteki kanunlara aykırı olmamak şartıyla serbesttir" mealindeki kanuna göre başörtüsünün serbest olması gerekiyor. Anayasa'nın laiklikle ilgili maddesini, "başörtüsünün aykırı olduğu kanun" olarak değerlendirmek ve mahkemelerin bu yoruma dayalı hükümleri hukuka aykırıdır, siyasidir, ideolojiktir. Üniversite disiplin yönetmeliklerinde yer alan yasak da, kıyafeti serbest bırakan kanuna aykırıdır ve geçersizdir, iptal edilmesi gerekir.
İlk ve orta öğretimde başörtüsü yasağı herhalde bakanlık kararlarına ve yönetmeliklere dayanıyordur. Bunlar da din ve vicdan özgürlüğüne ve kişilik haklarına, kılık kıyafeti seçme özgürlüğüne aykırı olduğu için hukuka aykırıdır, düzeltilmesi ve başörtüsünün serbest bırakılması gerekir. Devlet memurlarının başörtüsü yasağı ilgili yönetmeliğe dayanıyor; bu da, yukarıdaki gibi hukuka aykırı olduğu için hukuk devletinde düzeltilmesi gerekir. Bunları kim düzeltecek, hukuka aykırı bu yönetmelik ve uygulamaları kim ortadan kaldıracak? Düzeltme durumunda olan makam ve kurumları kim engelliyor?
Üniversiteden başlayalım. Eğer Anayasa'ya aykırılık anlayışında ısrar edilecekse bunun bile çaresi vardır; Anayasa değişikliği yapılır, ilgili maddeye bir fıkra eklenir ve "din ve vicdan özgürlüğünün kullanılması mahiyetinde olan, başkalarının hak ve özgürlüklerine zarar vermeyen, kılık, kıyafet, ibadet, ayin, uygulama... laikliğe aykırı olarak yorumlanamaz" gibi bir ifadeye yer verilir. Kaldı ki böyle bir değişikliğe de gerek yoktur; çünkü başörtüsü takan bir bayan bunu dinî inancı gereği yaptığını açıklamadığı sürece bu kıyafet, yürürlükteki kanuna aykırı sayılamaz, bir kıyafet tercihi olarak görülür. Bir bayanın başörtüsünü ne maksatla taktığını sorgulama hakkı da kimseye verilmemiştir. Diğer yasakların dayanağı ya yönetmelik ya da bakanlık veya yönetici kararı olduğuna göre bunları ortadan kaldırmak daha kolaydır. Peki bu haksız ve hukuksuz yasağın sürmesini kimler istiyor, kalkmasını kimler engelliyor?
Ben bu soruya şu cevabı vermek istiyorum: Bürokrat veya sivil kişi, kuruluş ve kurumlardan bu yasağın devam etmesini isteyenlerin bulunduğunu biliyoruz. Ama halkın büyük çoğunluğunun, başkalarını zorlamadan isteyenin başını örtmesinden yana olduklarını da ilgili araştırmalardan biliyoruz. Bu durum karşısında Meclis ve ilgili bakanlıklar gerekli düzenlemeleri yaparak, kanunları çıkararak, gerekirse Anayasa değişikliğine giderek ve ilgili makamlar da gerekli kararları alarak bu yasağı sona erdirebilirler. Mevcut iktidarın bu isteği şüphe götürmez, ancak tek başına buna gücünün yetmeyeceği kanaatinde olduğu da anlaşılıyor. Muhalefet partisi CHP, bu konuda iktidara destek verse yıllardır süren, kangrene dönüşen bu iltihabın ve binlerce gencin ve ailelerin göz yaşlarının kurutulacağında şüphe yoktur. Muhalefet bu desteği verecek yerde başkanları, bizzat dinlediğim bir konuşmasına göre medyaya çıkışarak bu konuyu gündeme getirmemelerini istemektedir. İnsaflı düşünerek diyelim ki başkan, "Bir süre konunun üzerine gitmeyelim, şüpheleri ortadan kaldıralım, sonra çözelim" demek istiyor; peki aylar geçti, yine binlerce mağdur gözyaşı döktü, diploma alan sınıf arkadaşlarını tel örgülerin dışından seyrettiler; CHP çözüm yönünde hangi adımları attı? Evet, parmağımla işaret ediyorum: Başörtüsü meselesini, yasağı kaldırarak çözmenin anahtarı CHP'nin elindedir, onun istemesi ve desteği diğer muhalifleri de susturmaya/ikna etmeye yetecektir.
11 Yeni Şafak, 22.06.2003

Başörtüsü yasağını AİHM onaylamadı

İsmet Berkan Radikal'de, Anavatan Partisi'nin başörtüsü yasağı ile ilgili kanun teklifi verme teşebbüsünü değerlendirerek bunun siyasi bir manevra ve yatırım olduğunu, meselenin kanunla çözülemeyeceğini iler sürüyor ve şöyle diyor: "Unutmamak gerek, Anayasa Mahkemesi türbanın serbest kalmasını savunmayı bir partinin kapatılması için yeterli neden sayıyor. Refah'ın kapanma gerekçelerinden biri buydu, Fazilet için ise neredeyse yegâne gerekçe türbandı... Sorunun özünü kılık-kıyafet yönetmelikleri, yasalar ve Anayasa Mahkemesi kararları oluşturuyor."
Berkan'ın sıraladığı mavzûat ve kararlar, içinde bulunduğumuz şartlarda başörtüsü yasağının hukukî dayanaklarıdır. Ancak herkes biliyor ki yönetmelik kanuna, kanun anayasaya, anayasa da evrensel hukuk ilkelerine, devletin imzaladığı antlaşmalara ve sözleşmelere aykırı olamaz. Türk devleti için de AİHM'nin kararları geçerli olduğuna göre, bu mahkemenin başörtüsü ile ilgili görüşünü -daha önce de ifade etmeme rağmen- bir daha hatırlatmakta yarar görüyorum.
Bilindiği üzere 10 yıl kadar önce, başörtülü kızlara diploma verilmediği için Avrupa İnsan Hakları Komisyonu'na bir başvuru yapılmıştı, başvuru yanlış ve eksik yapıldığı, "Türkiye'de laik olamayan üniversite bulunmadığı ve bu sebeple başörtü yasağının öğrenim hakkını engellediği" ortaya konularak iyi savunma yapılmadığı için komisyon başvuruyu reddetmişti. Ancak komisyon kararının istişari olduğu ve bağlayıcı bir yanının bulunmadığı bilinmektedir. Başörtüsü probleminin AİHM'ne1 ilk intikali, Refah Partisi'nin kapatılmasına yapılan itiraz sayesinde olmuştur. Anayasa Mahkemesi'nin kapatma gerekçelerinden biri de "RP'nin başörtü yasağına karşı çıkması ve yasağa uymayanları cesaretlendirmesi..." idi. AİHM 3'e karşı 4 oyla itirazı reddetti ve Anayasa Mahkemesi'nin kapatma kararını insan hakları ile ilgili sözleşmelere aykırı bulmadı. Ancak gerek kapatma kararını onaylayan 4 üyenin ve gerekse buna karşı oy kullanan 3 üyenin ittifak ettikleri husus, başörtüsünün rejim için bir tehlike doğurmadığı ve kapatma kararına gerekçe olamayacağıdır. İşte ifadeleri:
"Mahkeme tek tek ele alındığı zaman RP yöneticilerinin tutumlarının özellikle İslam ve başörtüsü meselesinde veya ibadetlere göre kamu sektöründe saatlerin düzenlenmesinde...Türkiye'deki laik rejim için yakın bir tehlike teşkil etmediklerini de değerlendirmektedir..."
"Bu kararda Komisyon, laik üniversitelerde islâmî başörtüsünü yasaklayan yönetmeliklerin uygulanmasının, dilekçe sahiplerinin din hürriyetine zarar getirmediğini bildirmişti. Bize göre bu davalar, şöyle veya böyle gereksizdirler ve sadece İslamî başörtüsünün takılmasının cesaretlendirilmesi olayının bir siyasi partinin kapatılmasını haklı çıkarıp çıkarmayacağı sorusunu tartışmak söz konusu iken bunlar kesinlikle ileri sürülemez."
Esasen okullarda ve kamu kurumlarında başörtüsü giymeyi yasaklayan bir kanun yoktur. Anayasa Mahkemesinin, "inanca bağlı olarak başı örtmeye imkan veren kanunu" iptal gerekçesinin bir kanun gibi kullanılması mümkün değildir. Danıştay kararları belli gerekçelere, mesela simge olayı, dini inanca dayalı olduğu için laikliğe aykırılık ve ayrımcılık yaratma... dayanmaktadır. Bu gerekçelerle ilgisi bulunmayan uygulamalar mahkeme kararlarına da aykırı olmaz. Bu sebeple yönetmelikler, dini inanca ve başörtüsü gibi belli bir kıyafete atıf yapmadan "... kılık-kıyafet serbesttir" şeklinde değiştirilirse, buna göre de dileyen başını örter dileyen açarsa ortada ne engel kalır ne de problem. Bunun içindir ki biz de çözümü siyasi iradede ve yönetimde görüyoruz. Buralarda kolaylıkla çözülecek bir meseleyi, ne maksatla olursa olsun içinden çıkılmaz hale getirmeye kimsenin hakkı yoktur. YÖK, bakanlar kurulu, bakan ve alt yöneticilerin kolayca çözüme kavuşturabilecekleri bir meseleyi çözmeyenlerden, sürüncemede bırakanlardan er geç hesap sorulacak; yani sandık başında bunun bedeli ödenecektir.
1 Avrupa İnsan hakları Mahkemesine, Komisyon'a değil.

Başörtüsü ve utanma

Kasaplar kandan ürkmezler, ama çok insan vardır ki, kanı ilk gördüğünde bayılır. Tıp öğrencileri de kadavra dersinde aynı durumu yaşarlar, önce korkanlar, kusanlar, kaçanlar olur, sonra alışırlar. Her gün tv yayınlarında kan döken çağdaş sömürgecileri seyrediyoruz, seyrettikçe alışıyoruz ve tepki göstermez hale geliyoruz. Türkiye'de başörtüsü meselesi de böyle; mağdurlar çevremizde, acıları dinmeden, mağduriyetleri giderilmeden yaşıyorlar, biz bunları görüyoruz ama her geçen gün tepkimiz biraz daha zayıflıyor. Utanması gerekenler utanmıyorlar, vicdanları sızlaması gerekenlerin vicdanları utanç duvarı haline gelmiş, işin garibi utanmaması gerekenler utanır olmuşlar. Ferhat Kentel'e kulak verelim:
"Türkiye'de sorun "türban" değil; sorun başörtüsü ve başörtünün temsil ettiği ya da başörtüyle içiçe geçen bir yaşam tarzı, bir kültür, bir değerler bütünü, şu ana kadar işletilen devlet merkezli modernleşme sürecinden farklı bir modernleşme hikayesi, şu ana kadar devlet kontrolundaki dinsellikten farklı bir dinsellik... Başörtü, yükselmekte olan, olağanüstü bir mobilite kazanan, bu mobiliteyle birlikte yeni bir birikim kazanan, farklı bir varolma "yolunu" düşünebilen ve geliştiren bir toplumsal kesimin en belirgin dış görünümlerinden biri... İşte tam bu yüzden, basbayağı bu topraklara ait, buralara dair bir toplumsal hareketin, yani aslında devletin gurur duyması gereken, modernleşmenin başarısı olarak görülebilecek bir hareketin, önünün kesilmesi söz konusu. Ve "başörtünün" önü kesilemezdi ama "türbanın" kesilebilirdi... Başörtü bir "simge" değildi... O annelerimizin, anneannelerimizin örtüsüydü. İktidar blokuna hakim olan otoriter zihniyet o zaman türbanla simge yarattı; çünkü türban "bizim" değildi...Ve biz "modern" olarak adlandırılmış kamusal alanda, modern teknolojiler tarafından öğretilmiş olanlar dışındaki tezahürlerimizden, kelimelerimizden, inançlarımızdan utandık... Utanmayı öğrendik... Köşe yazarlarının yazı üretirken "gözümün önünde bir fotoğraf karesi var" türünden kullandıkları standart taktikler var. Ben de bitirirken aynı taktiği kullanacağım şimdi... "Önümde bir fotoğraf var..." İstanbul'un seçkin mekanlarından birinde, lise mezuniyet yemeğinden bir anı... Fotoğrafta ayakta 2 genç var. Biri ben, diğeri arkadaşım Ufuk... Objektife gururla bakıyoruz. Önümüzdeki masada Ufuk'un babası, annesi, benim babam oturuyorlar... Benim annem yok... Annem "o mutlu günümde" yok... Annem gelmemiş; annemin gelmesinin "çok uygun" olmayacağını düşünmüşüz çünkü. Babam öyle düşünmüş, annem uygun görmüş, benim de işime gelmiş... Ufuk'un annesinin gelmesinde, o fotoğrafta yer almasında anormal bir şey yok; çünkü o başörtüsüz; benim annem ise başörtülü... Öyle "seçkin bir mekanda" başörtülü annemin gelmesinden ailecek utanmışız. Gelmemesini içimize sindirmişiz... Sindirdiğimiz için, onu evde bırakmışız. Onu ailecek görünmez yaptık. Ben arkadaşlarımın yanında, "utandığım başörtülü bir anneden" utanç duymak zorunda kalmamış oldum. Ve o fotoğrafta annem hâlâ yok..."
Bir gerçek sahne tasvirini de ben sunayım: Yalova'da Telekom binasına gittim, başörtülü genç bir bayan, 2 küçük çocuğu ve yaşlıca, sakallı bir büyükleri sıra bekliyorlar, beni görünce tanıdılar, yaşlı adam ayağa kalkıp "Seni bir kucaklayabilir miyim?" dedi, kucaklaştık, gelinini göstererek "Kocasını bunun örtüsü yüzünden ordudan attılar, hiçbir gelirleri yok, iş de vermiyorlar, onlara düşük gelirimle ben bakıyorum, acaba mağduriyetlerin giderilmesi konusunda bir ümit var mı?" diyerek bir çırpıda derdini döküverdi. Uygun, ümit verici, rahatlatıcı birkaç cümle söyledim, ama söylediklerim beni teselliye yetmedi, içim doldu, gözyaşlarımı zaptederek vedalaşıp ayrıldım. Benim rasladığım, konuştuğum, mektuplarını okuduğum böyle mağdur sayısı saymakla bitmez. Evet bu başörtüsü meselesi Türkiye'nin ayıbıdır, AB'de gerçek manada hak ve özgürlüklerden yana olsa başörtüsü zulmünün kalkmasını AB'ye giriş şartları arasına alırdı. Onlara sormak gerekiyor: "İdama mahkum olmuş canavarları kuratarmak insan hakkına saygı oluyor da başörtüsü mağdurlarını kurtarmak niçin olmuyor?"
4 Yeni Şafak, 03.08.2003

Başörtüsü ve ilahiyatçılar

Başörtüsünün dini yönünü öğrenmek isteyen ilgililer tabii olarak ilahiyatçılara da danışmaktadırlar. Ancak danışma konusunda sonucu olumsuz etkileyen, dince doğru ve meşru olanın ortaya çıkmasını engelleyen arızalar görülmektedir. Danışanların bir kısmı öğrenmek için değil, yanlış veya doğru olarak edindiği bilgiyi ve bu bilgi doğrultusunda aldığı eylem kararını onaylatmak için sormakta, soracağı ilahiyatçıyı da bu amaca göre seçmektedir. Sorulan, medyada tartışmaya davet edilen ilahiyatçıların da bir kısmı, uzmanlık dalları tefsir ve fıkıh olmadığı halde bu davetleri kabul etmekte ve halkı yanıltan, eksik, yanlış, peşin hükme ve bağlantıya dayanan açıklamalar yapmaktadırlar. Milliyet'in yayımladığı bir araştırmanın ardından düşüncelerine başvurulun 2 ilahiyatçının yanlışlarını burada örnek olarak göstermek istiyorum:
Bir tasavvuf hocası, ilahiyatçı şunları söylüyor: "Mümin kadınlara de ki: gözlerini sakınsınlar, namuslarını korusunlar. Görünen kısmı müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarına çeksinler."6 Yapsınlar şeklindeki ifadeler uyulması gereken kesin emirler mi? Yoksa uyulması lazım gelen ve ihtiyata da uygun düşen bir takım tavsiyeler midir? İki türlü düşünen de var. Bizim görüşümüz her ikisine de saygı gösterilmesidir. Başörtüsü gönüllü takıldığı zaman dini anlam ifade eder. Baskı ile kadınları örtmenin dini anlamı ve manevi değeri yoktur. Kadınları kapanmaya zorlamakla herhangi bir Müslümanı oruç tutmaya zorlamak aynı. İkisi de yanlış, İnsanları Müslümanlığa bile zorlamayan din nasıl olur da başörtüsü için baskı yapar?"
Başörtüsü ile ilgili emirlerin tavsiye kabilinden olduğunu kim söylemiş? Mezhep imamları mı, büyük müctehidler mi, asırlardan beri fetvaları ile amel edilen fıkıh otoriterleri mi, yoksa bazı çağdaş, modernist, yöntemleri ve düşünceleri genel kabul görmeyen ilahiyatçılar, hatta ilahiyatçı da olmayan sosyal bilimciler mi? Uzmanların bildiği gibi bütün büyük müctehidlere ve klasik fıkıh kaynaklarına göre kadının başı avrettir, namaz kılarken ve yabancıların yanına çıkarken örtülmesi gerekir. Bazı çağdaş yazarların, çizerlerin söyledikleri ise muteber fıkıh usulüne dayanmayan, bu sebeple İslamî bir ictihad olarak değerlendirilmesi ve halka "uygulanabilir" diye tavsiye edilmesi mümkün olmayan "görüşler"den ibarettir. Herkesin düşünme, söyleme, inancına göre yaşama hakkı vardır, bu hakka saygı gösterilir, ancak ehliyetsiz peşin hükümlü, imkanları kötüye kullanan insanlarnın söylediklerine "saygı" gösterilmez; yani bunlara müşruiyet tanımak ve uygulanabileceğini ima etmek meşru değildir. Farklı düşünen ve bunları da birer fetva olarak kabul edenlerin, "bu görüşlerin fıkhın neresinde olduğuna" da işaret etmeleri; yani söyleyenlerin bazı "modernist ilahiyatçılar" ve fikirlerinin de "henüz tartışılmakta" olduğunu açıklaması gerekir.
Bugünün problemi başı örtmek için değil, başı açmak için uygulanan baskıdır. Binlerce kızımız bu yüzden öğrenim haklarını kaybetmişlerdir, binlerce kadınımız ve kızımız bu baskı yüzünden ekmeklerinden, mesleklerinden ve topluma katkılarnıdan mahrum olmuşlardır. Vakıa bu iken ve sanki Türkiye'de başını örten öğrenci ve memureler, yaygın olarak baskı altında örtüyorlarmış gibi "örtmek için baskı"dan söz etmek de haksızlıktır, hatta konuyu saptırmaktır.
Dinin baskı yapmadığını ve yapmayacağını söylemek ayrıca izaha muhtaçtır. Hem inanmayanlar hem de inanıp da inancın gerektirdiği gibi yaşamayanlar birçok âyet ve hadiste ceza ile tehdit edilmektedir; tehdit bir baskıdır ve insanları eğitmek için dozunda baskıya ihtiyaç duyulmuştur. Keza dinin emir ve yasaklarının kamuya açık alanlarda ihlal edilmesi durumunda müminlerin, ellerinden geldiği ölçüde bunları engelleme vazifeleri vardır ve buda bir çeşit baskıdır. İnsanları belli bir "iyi, güzel, doğru" davranışa sevk edebilmek için elbette sevdirmek, benimsetmek, şuurlandırmak, teşvik etmek başta gelir ama dozunda ve usulünce baskı da söz konusudur.
5 Yeni Şafak, 13.07.2003 6 Nur, 24/31

Başörtüsü kimseye zarar vermez

Tarhan Erdem ve arkadaşlarının yaptığı ve Milliyet gazetesinde yayımlanan araştırmaya göre "kadınlarımızın yüzde 64'ü, sokağa çıkarken, evinin dışında başını kapamaktadır. Her 100 evin 77'sinde, başını örten bir kadın vardır. 18-27 yaş grubundakiler, üniversitede türban yasağının kaldırılması gerektiğini en fazla savunan grup oldu. BBP'lilerin ve SP'lilerin yüzde 100'ü, AKP'lilerin yüzde 93'ü, MHP'lilerin yüzde 87'si 'Türban yasağı kalkmalı' dedi. CHP, DSP ve YTP seçmeninin büyük çoğunluğu, "devlet dairelerinde türban yasağı olması gerektiğini" belirtti. Üniversitede türban yasağı kaldırılmalı' diyenlerin yüzde 21.5'i 'Devlet dairelerinde türban olmasın' dedi. Derneklerin yüzde 62.6'sı devlet dairelerinde çalışan kadınların isterlerse başlarını örtebilmesi gerektiğini söyledi."
Araştırma sonuçlarına göre ülkemizde başını örtenlerin sayısı oldukça kabarıktır. Başını örten ve örtmeyen insanlarımızın önemli bir çoğunluğu hem üniversitelerde okuyanlar hem de devlet dairelerinde çalışanlardan isteyenlerin başlarını örtebilmelerine taraftar olmuşlardır. CHP, DSP ve YTP seçmenlerinin büyük çoğunluğunun "devlet dairelerinde başörtüsü yasağından yana" olmakla beraber üniversitelerde yasaktan yana olmadıkları bilinmektedir. Buna göre önce üniversitelerdeki yasağın kaldırılması için bu partilerin, iktidar partisine destek vermeleri mümkün hale gelmiştir, bu imkanın hemen fiile çevirilmesi gerekir.
Devlet dairelerinde çalışan memurların başlarını açmalarını savunanlar, "aksi halde vatandaş onlara güven duyamaz, farklı muamele yapacaklarından kuşkulanır" diyorlar. Peki bunun aksini düşünelim: Yıllardan beri devlet dairelerinde başı açık bayanlar, namaz kılmayan, oruç tutmayan, sakal bırakmayan, bir kısmının alkollü içki kullandığı bilinen, bir kısmının solcu, ateist, farklı mezhepten, partiden olduğu malum olan memurlar çalışmaktadır, bu memurlara işi düşen ama kılık kıyafeti, inancı, dini hayatı farklı olan milyonların da bunlardan kuşku duymaları mı gerekecek? Eğer böyle ise buna ne tedbir getirilecek? Amaç problem çıkarmak veya problemi devam ettirmek değilse bu konuda söylenmesi gereken şudur: Memurun inancı, dini hayatı, siyasi görüşü, kılık kıyafeti ne olursa olsun vazifesini tarafsız olarak yapacağına inanılır, aksi sabit olursa da gereği yapılır.
Bir de simge hikayesi var. Gerçekle bir alakası bulunmadığı halde başörtüsüne türban adını verenler aynı zamanda türbanın bir "Siyasal İslam simgesi" olduğunu iddia ediyorlar ve bu sebeple kamusal alanda yasaklanmasını savunuyorlar. Adı geçen araştırmaya göre "deneklerin yalnızca yüzde 19.2'si "Türban laiklik karşıtlığının simgesidir" kanısında... Örtüsü için türban diyenlerin yüzde 81.8'i "Türban simge değildir" dedi... İlkokul mezunlarının sadece yüzde 14.4'ü türbanı simge olarak görüyor. AKP'ye oy vereceklerin yüzde 88'i türbanı simge görmüyor. Eğitimliler, çoğunlukla inançları gereği örtündüklerini söylüyor.
Türbana simge diyen yüzde 19.2'lik azınlığın yakıştırma dışında bir kanıtları yok. Başını örtenlerin partilere dağılımı da böyle bir yakıştırmayı boşa çıkarıyor. Başını örtenlerin kahir ekseriyeti "inançları gereği örtündüklerini" söylüyorlar. Doğrusu da budur. Bize göre başörtüsü yada türban yalnızca bir çeşit dindarlığın simgesidir. Ülkemizde bu konularda araştırma yapan birçok bilim adamına göre de türban, siyasal İslam'ın veya irtica'ın değil, modernleşmenin sembolüdür. Başını örten dindarların içinde aynı zamanda siyasal İslam'ın da dindarlığın bir parçası olduğuna inananlar varsa bunları bilmek, ayırmak ve "siz simge olarak başınızı örtüyorsunuz" demek mümkün değildir. Kimler olduğu ve sayıları bilinmeyen siyasal islamcılar yüzünden büyük çoğunluğu inançları gereği başlarını örten insanlara yasak getirmek hukuk ve insafla bağdaşmaz.
12 Yeni Şafak, 27.06.2003
Prof.Hayrettin Karaman)

Başörtüsü Allah'ın emiridir

İkinci örneğimiz, uzmanlık alanı din eğitimi olan ama bu konuda kayda değer bir eseri olmayan bir hocahanım idi: "...Devrin özelliği, toplumsal veya aile ile ilgili her kuralın mutlaka din ile bağlanmasıdır. Din ile bağlanmadıkça insanların bu kurallara uymayacağı varsayılmıştır." Müslümanlara göre her devrin özelliği böyledir; yalnız "toplumsal veya aile ile ilgili" olan değil, hayatın bütün alanlarında mümin, attığı her adımın Allah'ın emir ve yasaklarına, dolayısı ile rızasına aykırı olmadığını gözetmek durumundadır; Müslümanlık Allah'ın iradesine ve dinine tâbi olmak, bağlanmak bunu gerektirir. Bir emir veya yasak dini ise, Allah ve Resulü buyurmuşsa elbette müminler bunlara daha bir titizlikle riayet edeceklerdir. "Birçok kişiye göre, başörtüsü Allah'ın emridir. "Allah'ın emri" tabiri, Allah'ın öğüdünün emir telakki edilmesinden doğuyorsa, buna saygı duyulur. Başörtüsü böyle sunulduğu zaman tepkiyle karşılanmayacaktır. Fakat bu bir emir seviyesinde, zamanüstü bağlayıcılıkta sunuldukça tepki devam edecektir." Birçok kişiye göre değil, modernistlerden önceki dönemin bütün fıkıhçılarına göre tesettür Allah'ın emridir, farzdır, açılması haramdır. Örtülmesi gereken yerlere başın da dahil bulunması yine bütün klasik dönem müctehidlerinin kabul ettikleri bir hükümdür. Bu hüküm, Allah'ın öğüdünün emir telakki edilmesinden değil, Allah'ın teşrîî8 emirlerinden çıkarılmıştır. Müminler buna yalnızca saygı göstermezler, aynı zamanda çiğnenmesini, aykırı hareket edilmesini haram bilirler. "Allah'ın emirleri, başkası tarafından değiştirilemez, başka türlüsü yapılamaz olan kanunlarıdır. Yasin Suresi'nin son ayetinde bu hakikat şöyle bildirilmiştir: Allah bir şeyin olmasını istedi mi, ona 'ol' emrini verir ve o şey olur! Allah'ın emirleri, dünyanın ve kâinatın düzeni, varlıkların varoluş kurallarıdır. Gerisi, Allah'ın kullarına emirleri değil öğütleridir." Bu yorum(!) hiçbir dinî esasa dayanmayan keyfî ve indî bir yorumdur ve bilgi eksikliğine dayanmaktadır. Allah'ın vahyindeki emirler9 tekvînî10 ve teşrîî olmak üzere ikiye ayrılır. Namazı, orucu, haccı, zekatı... buyuran emirler ile içkiyi, kumarı, yalanı, zinayı... yasaklayan nehiyler işte bu teşrîî olan emir ve yasaklardır; yani bunlar öğüt değil, dünya ve ahirette yaptırımı olan bağlayıcı buyruklardır. Allah'ın devamlı olarak bağlayıcı emir ve yasakları vardır; bunlara mümin olanlar tepki göstermez, teslimiyet gösterir, tepki gösterenler ise Müslümanlığı eksik olanlardır. "Başı açık insan kadın-erkek herkes, her yerde, her zaman ibadet edebilir. Allah'la kulun arasına hiçbir engel giremez, Allah'ına ibadet eden kula kimse kayıt ve şart koyamaz, kıyafet cemaat içindir. Cemaate katılan kimse, cemaati incitmeyecek bir şekle bürünür." Hiçbir kurala, delile, esasa, kadim ictihada dayanmadan ve sorumluluk duygusundan da azade olarak söylenmiş sözler. İnsan hayret etmekten kendini alamıyor. Bir insanın elbisesi bulunacak, ama çıplak olarak namaz kılacak ve buna kimse karışmayacak, kimse ibadetlerle ilgili kayıt, şart, kural... koyamayacak. O zaman dine, peygambere, vahye ne gerek var? Herkes kafasına estiği gibi tapınsın dursun. Hocahanım çoktandır İlmihal okumuyor zahir, okursa "setr-i avret"in yalnız başına namaz kılan müminlere de gerekli olduğunu görüp öğrenecektir.
7 Yeni Şafak, 20.07.2003 8 Kural koyan, hüküm getiren 9 Emir kipleri ile böyle sayılan ifade şekilleri 10 Ol deyince olan fizikî vb. olaylar

Başını örtenlerin beyin göçü

Türkiye'den çeşitli sebeplerle önemli ölçüde beyin göçü olmuştur; kazancını beğenmeyenler, akademik hayatla bağdaştırılması mümkün olmayan özgürlük kısıtlamalarından rahatsız olanlar, ilim ahlakına aykırı kayırmalar veya hak gasplarından zarar görenler, bekledikleri takdir ve teşviki bulamayanlar... o güzel beyinlerini başka ülkelerde, başka milletlerin yararına kullanmak ve kullandırmak üzere ülkemizi terkedip gitmişlerdir. İrtica bahanesiyle insanımızı bölenler; dindarlara "irtica" yaftası takanlar ve bu yaftayı taktıkları gerçek ve tüzel kişileri "yeşil" ile ifade edenler, son birkaç yıl içinde ülkemize bir kötülük daha yaptılar; yeşil diye niteledikleri sermaye başka ülkelere göç etmeye başladı, milyarlarca dolarlık ekonomik hareket ve üretimden -ülkemiz bu kadar ihtiyaç içinde iken- başka ülkeler yararlanıyorlar. Bu iki olayda iki tarafa yönelik tenkitler, farklı değerlendirmeler ve beklentiler olabilir. Ama biz bu yazıda daha başka bir beyin göçünden söz etmek istiyoruz: "Başını örterek okumak isteyen dindar kızlara bu imkan verilmediği için çareyi başka ülkelere giderek okumakta bulmaları ve muhtemelen önemli bir kısmının tahsilini tamamladıktan sonra da bu ülkelerde kalarak hizmet üretecek olmaları" şeklindeki beyin göçünden. Bu beyin göçü yalnız başını örten dindar kızlarımızla da sınırlı değil; aldıkları puanlar kuşa çevrilerek, hakları açıkça yenerek kazandıkları üniversitelere alınmayan İmam Hatip lisesi mezunu erkek öğrenciler de bu beyin göçüne katılmışlardır. Bizim ülkemiz, ehliyetsiz yöneticiler ve ideolojik saplantılar yüzünden büyük garabetler yaşmaktadır. Bir yandan elimizde torba kapı kapı borç veya bağış para arıyoruz, 3 kuruşluk mal satabilmek, turizmden biraz döviz elde edebilmek için nice fedâkârlıklara katlanıyoruz, öte yandan eğitim sektörünün bir gelir kaynağı olduğunu göremiyor, buradan önemli kayıplara uğruyoruz. Bu kayıplar hem yabancı öğrenci sayısını artıramamak hem de kendi çocuklarımızı başka ülkelerde okumaya mecbur hale getirmekten kaynaklanıyor. Halbuki İngilizce öğretim veren ülkelerle, ekonomik ve kültürel menfaat pazarında rekabet edebilmek ve talebe çekebilmek için Fransızca ve Almanca öğretim yapan ülkeler, öğrenci kabulünde ve öğrenim harcında kolaylıklar getiriyor, daha başka teşvikleri de devreye sokuyorlar. Geçen yıl bazı sivil kuruluşlar ve daha ziyade gayretli veliler sayesinde, başörtüsü kullandığı veya İmam Hatip lisesinden mezun olduğu için Türkiye'de mağdur edilmiş 300 yakın erkek ve kız öğrencimiz Avusturya gibi öğretim dili Almanca olan ülkelere gittiler. Bazı bağnaz laikçilerin engelleme teşebbüsleri başarılı olmadı, Avrupa zihniyeti bu bağnazlıkları hayretle karşıladı, öğrencileri kabul ettiler, hem ekonomik katkılarından yararlanıyorlar hem de kendi dil ve kültürlerine adam kazanıyorlar. Bu yıl için Fransa kapısını da açmak için teşebbüsler yapıldı. Bir daha hatırlatalım ki, Almanya, Avusturya, Fransa üzerinde durmalarının sebebi ekonomiktir; çünkü bu ülkelerde üniversite parasızdır ve hayat da nisbeten ucuzdur. Bir örnek vermek gerekirse 2000-20001 ders yılında Avusturya'da 4 öğrenci bir ev tutar ve üniversitede okursa her birinin aylık gideri 200 dolar civarında oluyordu.
Elbette ideal, hatta normal olan her öğrencinin kendi ülkesinde okuması, alacağı öğrenimin, dünya ile rekabet edecek düzeyde olmasıdır. Biz bunu her şeyden önce kültür ve ekonomi yönünden gerekli görürüz. Ancak beyin göçünün ülkemizde, ideolojik ayrımcılıktan başka sebepleri de var. Vaktiyle bir Fransız lisesinde öğretmenlik yapmıştım. Oldukça kaliteli bir öğretim yaplıyor ve 2 dil öğretiliyordu. Son sınıf öğrencileri yılın başından itibaren hararetli bir şekilde yabancı ülkelerin üniversiteleriyle yazışmaya başlar ve her biri birkaç üniversiteden kabul almaya uğraşırlardı. Kendilerine niçin ülkemizde yüksek öğrenim yapmak yerine başka ülkelere gitmek istediklerini sorduğumda, "öğrenim kalitesini, burs imkanlarını ve mezun olduktan sonra iş bulma şansını" gerekçe göstermişlerdi. Cumhuriyet döneminde eğitim ve öğretim hayatımızda devrimler yapıldığını, büyük başarılar elde edildiğini söyleyerek boş yere öğünenlerin bu durum karşısında utanç duymaları gerekiyor. Bunca emeğe, bunca masrafa rağmen, ilme ve öze değil, ideolojiye ve şekle ağırlık verildiği için elde edilen sonuç, ancak mecbur olanın, başka çaresi bulunmayanın ülkede kalması, yüksek tahsilini burada yapması oluyor. İmkanı olanlar isteyerek, öğrenim hakkı elinden alınanlar da istemeyerek yurt dışına gidiyorlar. Bu durum karşısında oturup düşünmesi, yanlış yoldan dönmek için çareler araması gerekenler, üniversite öğreniminin seviyesini Batı'nın başarılı üniversiteleri düzeyine çıkarmak için tedbir alacak yerde, başörtüsünü birinci mesele yapıyorlar, rektörleri, dekanları, öğretim üyelerini bu bakımdan değerlendiriyor, takdir veya tekdir ediyorlar!
Bu ülke bizim. Biz derken inancı ve hayat tarzı ne olursa olsun bütün vatandaşları kastediyorum. Kimseyi dışlamıyorum. Ama bu ülke vatandaşlarının büyük ekseriyetinin müslüman olduğunu ve bunların %80'e yakın çoğunluğunun da "isteyen başını örtsün, isteyen açsın; devlet bu işe karışmasın" dediğini bilimsel araştırmalara dayalı olarak biliyorum. Bu durum karşısında ideolojik saplantı ve ayrımcılıkta ısrar edenlere şunu hatırlatmakta yarar görüyorum: Girdiğiniz yol yanlıştır, çağdışıdır, İslam'a olduğu gibi insan haklarına ve demokrasiye de aykırıdır. İnsanları böyle tedbirlerle tektip hale getiremezsiniz, milletin birlik ve beraberliğini sağlamak için -eşyanın tabiatına aykırı ve imkansız olan tektipleştirme yerine- başka modeller, yöntemler yollar ve alınacak tedbirler vardır. Bunları başında sosyal ve hukuki adalet, özgürlük, hoşgörü ve "ortak kültür, tarih ve menfaatler"e bağlı bir ortak bilinç oluşturmak gelir.
Karşı taraf bu öğütlere kulak asıncaya ve aklın, sağduyunun, insafın emrettiği yola girinceye kadar dindar müslümanlara düşen vazife, ülkemizde mağdur edilen çocuklarını okutmak için gerekirse yurtdışı imkanlarından yararlanmak, bu durumda olan öğrencilere de yardımda bulunmaktır. Allah'a şükür hali vakti iyi veya orta birçok müslüman var; bunlar birer ikişer gencin yurtdışında öğrenim masrafını üstlenseler binlerce mağdur kızımız ve oğlumuz iyi seviyede öğrenim görebilirler ve şundan emin olalım ki bunların büyük bir kısmı ülkelerine geri döner, beyinlerini bu aziz milletin hizmetine sunarlar. Bütün imkan sahiplerini bu iki başlı hizmet yarışına davet ediyorum.
Prof.Hayrettin Karaman

15 Şubat 2008 Cuma

Zikirli Ilahi Remix Indır Dinle Rapid

Esselamü Aleyküm

Zikirli İlahiler den oluşmuş remix yapılmış bir çalışma

http://rapidshare.com/files/91242368/ZikirlilahiRemix.wma

Abdulbaki Komur Dilara Şiirler rar Album Indır Dinle rapid

Esselamü Aleyküm Abdülbaki Kömürün Dilara Şiirler İsimli Albümü için


http://rapidshare.com/files/89317211/AbdulbakiKomur-DilaraSiirler.rar

sifre sorarsa:www.kaskir.net (httpsiz)

Abdulbaki Komur Dağlarda Kardeşlerim Var rar Album Indır Dinle rapid

Esselamü AleykümAbdülbaki Kömürün Dağlarda Kardeşlerim Var İsimli Albümü için


http://rapidshare.com/files/89313923/AbdulbakiKomur-DaglardaKardeslerimVar.rar

sifre sorarsa:www.kaskir.net (httpsiz)

Abdulbaki Komur Ah Bosna rar Album Indır Dinle rapid

Esselamü AleykümAbdülbaki Kömürün Ellerime Kar Yağıyor İsimli Albümü için


http://rapidshare.com/files/89311091/AbdulbakiKomur-Ahbosna.rar



sifre sorarsa:www.kaskir.net (httpsiz)

Abdulbaki Komur Ellerime Kar Yagiyor rar Album Indır Dinle rapid

Esselamü Aleyküm

Abdülbaki Kömürün Ellerime Kar Yağıyor İsimli Albümü için


http://rapidshare.com/files/89308281/AbdulbakiiKomur-EllerimeKarYagiyor.rar

sifre sorarsa:www.kaskir.net (httpsiz)

Yusuf Islam ve Arkadaslari Album Indır Dınle 55 Mb Rapid Indır

Esselamu Aleyküm

http://rapidshare.com/files/89301352/Yusufislam-Arkadaslari.rar

buyrun

sifre: www.kaskir.net (httpsiz)

5 Şubat 2008 Salı

Esref Ziya Kalksam ve Dirilsem Album rar indir rapid Download

Esselamü AleykümEşref Ziyanın Kalksam ve Dirilsem İsimli Albümü indirmek için tıklayınız

http://rapidshare.com/files/89229805/KalksamveDirilsem.rar


sifre sorarsa : http://www.kaskir.net/

Esref Ziya Infilak Album rar indir rapid Download

Esselamü AleykümEşref Ziyanın Bir Güneş Doğyor İsimli Albümü indirmek için tıklayınız

http://rapidshare.com/files/89225557/Infilak.rar

sifre sorarsa : www.kaskir.net

Esref Ziya Hasret Gulleri Album rar indir rapid Download

Esselamü AleykümEşref Ziyanın Bir Güneş Doğyor İsimli Albümü indirmek için tıklayınız

http://rapidshare.com/files/89223378/HAsretGulleri.rar

sifre sorarsa : www.kaskir.net

Esref Ziya Bir Gunes Doğuyor-2 Album rar indir rapid Download

Esselamü AleykümEşref Ziyanın Bir Güneş Doğyor İsimli Albümü indirmek için tıklayınız

http://rapidshare.com/files/89218788/BirGunesDoguyor-2.rar

sifre sorarsa : www.kaskir.net

Esref Ziya Bir Gunes Doğuyor-1 Album rar indir rapid Download

Esselamü Aleyküm
Eşref Ziyanın Bir Güneş Doğyor İsimli Albümü indirmek için tıklayınız.

http://rapidshare.com/files/89245165/BirGunesDoguyor-1.rar

sifre sorarsa www.kaskir.net

1 Şubat 2008 Cuma

Esref Ziya Klasikler 3 Album rar indir rapid Download

Eşref Ziyanin klasikler 3 isimli albümünü rar halinde rapidshareden indirmek için buyrun

http://rapidshare.com/files/88382828/EsrefZiya-Klasikler-3.rar

buyrun

Sifre: www.kaskir.net

Rashid Taha Yareh Mp3 rapid indir Dinle

Rasit Taha Yareh Mp3 rapidshare indirip dinlemek için

http://rapidshare.com/files/88371390/RashidTaha-Yareh.mp3

Buyrun

Abdurrahman Onul-Kerbela Enstrumental Fon Mp3 rapid

Esselamü Aleyküm;
Nihat Hatipoğlunun Dosta doğru programinda Abdurrahman Önülün Kerbela isimli parçanin enstrümental fon müziği,

buyrun

http://rapidshare.com/files/88370870/Kerbela_Fon.WMA

Esref Ziya Sensin Gulum Mp3 Rapid

Esselamü Aleyküm
Eşref Ziyanin Sensin Gülüm isimli parçasi

http://rapidshare.com/files/87909195/EsrefZiya-SensinGulum.mp3

Esref Ziya Sensin Gulum Mp3 Rapid

Esselamü Aleyküm

Eşref Ziyanin Sensin Gülüm isimli parçasi



http://rapidshare.com/files/87909195/EsrefZiya-SensinGulum.mp3

31 Ocak 2008 Perşembe

Bebegimin Banyosu

BEBEĞİMİN BANYOSU
Bebeğin sağlıklı bir cilde sahip olması cildinin temiz tutulması ile yakından ilişkilidir. Bebeğin banyosu titizlikle yapılmalıdır. Bu durum aynı zamanda anne ile bebek arasında sevgi ve iletişim bağlarının kuvvetlenmesi açısından da önemlidir. Bebeğin günaşırı yıkanması yeterlidir. Ancak, temizliğin aşırı boyutlara getirilmemesi gerekir. Her mamadan sonra yüzünün ve her alt değiştirmeden sonra bezli bölgenin temizlenmesi yeterlidir. Bebeğin aç iken banyo yaptırılması da çok önemli bir konudur. Yoksa tok karına banyo yaptırtılırsa, bebeklerin kusmasına neden olabiliriz. Yıkamaya Başlamadan Önce Yapılacaklar Banyo için gereksinim duyabileceğiniz her şeyi elinizin altında hazır bulundurun. Küvet bel hizanızda olsun. Oturmak ya da çömelmek yerine ayakta durmayı bel sağlığınız için tercih edin. Banyo suyunun uygun sıcaklıkta olduğundan emin olmak için bileğinizin içi veya dirseğinizle suyun sıcaklığını kontrol edin. Bebeğinizi soyun ve havluya sarın, henüz alt bezini çıkartmayın. Bebeğinizi kesinlikle suyun yanında yalnız bırakmayın . Başını ve Vücudunu YıkamaBebeğinizi bir havlu üzerine yatırarak soyun. İdrar ve kaka gibi sürprizlerden korunmak için alt bezini, daha çıkartmanıza gerek yok. Havluyu vücuduna sararak, sol elinizle boynunu destekleyip, vücudunu kolunuzun üstüne yaslayarak koltuğunuzun altından destekleyin ve yüzü yukarı bakar şekilde banyo küvetinin üzerine alın, saçlarını bebeğe uygun, gözünü yakmayan bir bebe şampuanı kullanarak, küvetteki suyla veya yanınızda hazır bulundurduğunuz durulama suyunu dökerek durulayın. Ardından sert olmayan, yumuşak dokunuşlarla kurulayın. Yere yatırıp havlusunu açın, bezini çıkarıp gerekiyorsa alt temizliğini yapın. Banyo süngerini, bebe sabunu veya bebe banyo köpüğü ile köpürtün ve havlu üzerinde vücudunun her yanını, özellikle cilt kıvrımlarının arasını iyice silin. Kolunuzla omzu ve boynu destekleyerek, elinizle koltuk altından kavrayın. Diğer elinizle ya kalçalarından destek alarak veya bacaklarından kavrayın ve banyo küveti içindeki suya, önce ayak ve bacaklarını daldırarak yavaşça tüm vücudunu başı dışarıda kalacak gibi sokun. Suyla vücudunu durularken bebeğinizin rahatlamasını sağlayın. Aynı şekilde tutarak temiz havlu üzerine alın. Tüm vücudunu yumuşak hareketlerle kurulayın. Cilt boğumlarını iyi kurulamayı unutmayın. Bebeğinizin büyüyüp aşırı hareketlendikten sonra havlu üzerinde sabunlamak daha zor hale geleceğinden bu işlemi banyo küveti içinde yapabilirsiniz. Yrd. Doç. Dr. Hayri Levent YILMAZÇukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi

Bebegi Simartmak

BEBEĞİ ŞIMARTMAK
Kızılcık sopası kullanmamak bebeğinizi şımartmaz, ama onu bütün gün kucağınızda gezdirirseniz bu kesinlikle olacaktır. İlk yıllarının ikinci yarısında bebekler anneleri kullanma hususunda artık ustalaşmışlardır. Bazı toplumlarda bebek gününün büyük kısmını annesi ile geçirmektedir. Bazılarında ise çalışan anneler çoğunluktadır ve bebeklerin erkenden belli ölçüde bağımsızlık kazanması hedeflenir. Bu hem annesinin kendi ihtiyaçları ve diğer sorumlulukları için zaman ayırmasını sağlar, hemde bebeğin kendine olan güvenini arttırır. Ayrıca diğer insanlarında hakları ve ihtiyaçları olduğunu bebeğe öğretir. Bebeğinizi şımartmak istemiyorsanız, şimdiden bazı tedbirler almalısınız. Aşağıdakileri bir deneyebilirsiniz.• Bebeğinizin gerçek bir ilgi eksikliği yüzünden kucakta taşınmak istemediğinden emin olun. Gün boyunca birkaç defa oturup onunla oyun oynadınız mı? yoksa onunla olan bütün etkileşiminiz onu bir oyun parkında oyuncağı ile yalnız bırakmaktan, siz akşam yemeğine başlarken onu oyuncağı ile yalnız bırakmaktan ve işe gitmeye hazırlandığınız sırada onu alıp sallamaktan mı ibaret? Eğer böyleyse bebeğiniz hiç dikkate alınmamaktansa bütün gün kucakta taşınmanın daha iyi olacağı fikrine varmış olabilir.• Bebeğiniz ağladığında onun gerçekten fiziksel ihtiyaçları olup olmadığını kontrol edin. Yemek zamanı mı? Aç mı? Yorgun mu? Eğer böyleyse onun ihtiyaçlarını karşılayın.• Bebeğinizi eğlendirecek oyuncakları ve eşyaları olduğundan emin olun. Böylece tüm vaktini sizinle geçirmek istemeyecektir. Dikkat alanı dar olduğu için ulaşabileceği alan içine iki veya üç oyuncak koyun, bunun tersine çok fazla oyuncak onu yoracak ve sinirlendirecektir.• Her şikayet ettiğinde onu kucağınıza almayın ama onunla ilgilenin ve dikkatini başka taraflara çekmeye çalışın. Örneğin ona tahta kaşıkla tencereye nasıl vurulacağını öğretin.• Eğer kısa bir süre sakinleşmişse yapmanız gereken işler olduğunu söyleyin ve tereddüt etmeden yanından ayrılın. Onun görüş alanı içinde kalabilir ve eğer işe yarıyorsa ona şarkılar söyleyebilirsiniz. Ama eğer sizin varlığınızda huysuzluğu daha da artıyorsa bebeğinizi oyun parkına veya emniyetli bir yere yerleştirip görüş alanı dışına çıkın. Bunu yapmadan önce, ortadan kaybolduktan sonra tekrar geri geleceğinizi anlatmak için köşenin arkasına geçip başınızı içeri uzatın.• Her seferinde onu oyuncakları ile biraz daha uzun süre yalnız bırakın. Bırakın istiyorsa itiraz etsin. Ama daima o ağlamadan önce yanına dönerek onu teskin edin ve daha sonra yine ayrılın. Onu kucağınıza mümkün olduğunca almayın. Eğer ağlayana kadar beklerseniz ilginizi çeken tek şeyin bu olduğunu düşünecek ve ve bunu bir silah olarak kullanacaktır.• Onu kucağınıza almayın ve günün her dakikasında onunla oynayamadığınız için suçluluk hissetmeyin. Eğer böyle davranırsanız, tek başına oynamanın eğlence değil cezalandırma olduğu ve yalnızlığın iyi bir şey olmadığı mesajını verebilirsiniz. Onunla oynamak için vakit ayırdığınız sürece, birbirinizden ayrı geçirdiğiniz zamanın hem size hem ona faydası olacaktır.Büyükanne ve Büyükbabaların Bebeği ŞımartmasıBüyükler için hayat daha kolaydır. Bir bebeği sonuçlarına katlanmaksızın şımartabilirler. Torunları için getirdikleri tatlı çörekleri iştahla yerken onu zevkle seyrederler. Ama az sonra sofrada tok ve suratsız bir çocukla savaşacak olan kendileri değildir. Torunları şımartmak büyüklerin vazgeçmeyeceği bir hak mıdır? Bir ölçüye kadar evet. Sizin çocukluğunuz sırasında onlar üstlerine düşeni yapmışlardır ve şimdi yükü omuzlamak sırası sizindir. Yinede herkesin üzerinde görüş birliğine vardığı bazı gerçekler vardır.• Uzakta oturan büyükanne ve büyükbabalara daha çok esneklik gösterilebilir. Bebeğinizi senede iki üç defa gören büyükler muhtemelen onu şımartamazlar. Böyle zamanlarda bebeğinizin bir öğle uykusunu kaçırmasını yada şekerleme yemesini çok görmeyin çünkü bunlar alışkanlık haline dönecek kadar çok tekrarlanmaz. Bırakın bu seyrek aksamalardan herkes zevk alsın ve daha sonra her zamanki rutininize dönün. • Aynı bölgede ve özellikle aynı evde yaşayan büyüklerin bebeği şımartması daha kolay olur. Her sızlanışta bebeğin kucağa alınması çocuğun kafasının karışmasına ve kuralların sürekli değişmesine neden olur. Bundan sonrada çocuğun o kurallara uyması güçleşir.• Ebeveynlerin koyduğu belli kurallar değişmemelidir. Uzakta veya yakında otursunlar, aynı düşüncede olmasalar bile büyükler o kurallara uymak zorundadır. Yatma saati, şekerli gıdalar, televizyon seyredilmesi bu kuralların konusu olabilir. Bu tip kurallara büyükler karışmamakla beraber dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise bunların anne ve babanın ortak fikirleri olmasıdır. Çocuk anne ve babadan farklı mesajlar almamalıdır.• Büyüklere ait bazı hakların dokunulmaz olduğu bilinmelidir. Örneğin anne babanın pahalı olduğu için alamadıkları bir oyuncağı almaları ve genel olarak herşeyden biraz daha fazla vererek kendilerini torunlarına teslim etmeleri . Ama bu şımartmaları anne babanın koyduğu kuralları ihlal etmeden yapmaları gerekir.Büyükler kendilerine konan sınırı aşarsa ne olur? Sizin o kadar incelikle koyduğunuz ve tutarlılıkla oluşturduğunuz kuralları görmezden gelir ve açıkça ihlal ederlerse ne yapmalı? O zaman onlarla açıkça konuşmanın zamanı gelmiş demektir. Konuşmayı sevecen ve gerilimsiz olarak sürdürün. Eğer çok önemli konularda sizinle aynı duyarlılığı göstermiyorlarsa, durumun ciddiyetini vurgulayın. Onların bebekle vakit geçirmelerini sizin de istediğinizi, ama koymuş olduğunuz kuralları çiğnemelerinin onun kafasını karıştırdığını ve yaşama düzenini bozduğunu ve aile dengesini sarstığını açıklayın. Bazı konularda esnek olmaya hazır olduğunuzu, ama diğer konularada onların boyun eğmesi gerektiğini anlatın.www.bebek.com