30 Mayıs 2009 Cumartesi

Hanım Sahabiler Sesli Anlatım 13 Cd İndir Dinle

Selam Aleyküm

http://rapidshare.com/files/238160961/Hanim-Sahabiler01.mp3
http://rapidshare.com/files/238160932/Hanim-Sahabiler02.mp3
http://rapidshare.com/files/238160874/Hanim-Sahabiler03.mp3
http://rapidshare.com/files/238160843/Hanim-Sahabiler04.mp3
http://rapidshare.com/files/238160928/Hanim-Sahabiler05.mp3
http://rapidshare.com/files/238160945/Hanim-Sahabiler06.mp3
http://rapidshare.com/files/238160889/Hanim-Sahabiler07.mp3
http://rapidshare.com/files/238160903/Hanim-Sahabiler08.mp3
http://rapidshare.com/files/238160948/Hanim-Sahabiler09.mp3
http://rapidshare.com/files/238161011/Hanim-Sahabiler10.mp3
http://rapidshare.com/files/238160917/Hanim-Sahabiler11.mp3
http://rapidshare.com/files/238160992/Hanim-Sahabiler12.mp3
http://rapidshare.com/files/238160862/Hanim-Sahabiler13.mp3

Fatih Budak Asrı Saadet 2009

Selam Aleyküm

http://rapidshare.com/files/238444507/FatihBudak-AsriSaadet.mp3
http://rapidshare.com/files/238445119/FatihBudak-CanakkaleDestani.mp3
http://rapidshare.com/files/238445566/FatihBudak-Ebuzeran.mp3
http://rapidshare.com/files/238446058/FatihBudak-GenclikMarsi.mp3
http://rapidshare.com/files/238446549/FatihBudak-GokteninenYildizlar.mp3
http://rapidshare.com/files/238446967/FatihBudak-Gozlerin.mp3
http://rapidshare.com/files/238447526/FatihBudak-GullerKiskaniyor.mp3
http://rapidshare.com/files/238448142/FatihBudak-HakYolundayiz.mp3
http://rapidshare.com/files/238448948/FatihBudak-Hanzala.mp3
http://rapidshare.com/files/238449516/FatihBudak-Hicret.mp3
http://rapidshare.com/files/238450192/FatihBudak-SehideSelam.mp3
http://rapidshare.com/files/238450736/FatihBudak-SeniGorsem.mp3

28 Mayıs 2009 Perşembe

RESÛL-İ EKREM EFENDİMİZİN PÂK NESEBLERİ

Cenâb-ı Hak, insanlığın babası Hz. Âdem'i yaratmıştı.
Başını kaldırıp bakan Âdem (a.s. ), Arş-ı A'lâda muazzam bir nur ile bir isim yazılı gördü: "Ahmed."
Merak edip sordu:
"Ya Rabbi, bu nur nedir?" Allah Teâla buyurdu:
"Bu senin zürriyetinden bir peygamberin nûrudur ki, onun ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed'dir. Eğer, o olmasaydı, seni yaratmazdım!" 1
İmanımızla kabul ettiğimiz bu muazzam gerçeği, milyarlar sene sonra gelen o nûrun sahibi de, bütün açıklığıyla ifade buyurmuşlardır.
Bir gün Ashabdan Abdullah bin Câbir (r.a.),
"Yâ Resûlallah," dedi, "bana, Allah'ın herşeyden evvel yarattığı şey nedir, söyler misin?" Şu cevabı verdiler:
"Herşeyden evvel senin Peygamberinin nûrunu, kendi nurundan yarattı. Nur, Allah'ın kudreti ile dilediği gibi gezerdi. O zaman ne Levh-i Mahfuz, ne kalem, ne Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne semâ, ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı." 2
Semâyı bütün haşmetiyle aydınlatan nûr, sonra ilk olarak Hz. Âdem'in alnında parladı. Sonra peygamberlerden peygambere geçerek İbrâhim'e (a.s.) kadar geldi. Ondan da oğlu Hz. İsmâil'e intikal etti�
Peygamberlerin babası olarak anılan Hz. İbrahim'in iki oğlu vardı: İshak ve İsmâil (a.s.). O, oğlu İshak'ın neslinden bir çok peygamberin geleceğini Cenâb-ı Hakkın ilhâmıyla bilmişti. Ancak çok sevdiği Hacer'den dünyaya gelen oğlu İsmâil'in (a.s.) neslinden peygamber gelip gelmeyeceği meçhûlü idi.
Bununla birlikte âhirzamanda bir büyük peygamberin gönderileceğini de biliyordu. Bu sebeple de, son peygamberin çok sevdiği oğlu İsmâil'in neslinden gelmesini şiddetle arzu ediyordu.
İlk bânisi Hz. Âdem olan yeryüzünün ilk ma'bedi Kâbe, uzun zamanın geçmesiyle yıkılmış, âdeta yerle bir olmuştu. Hz. İbrâhim, bu mukaddes binânın tekrar inşası için Cenâb-ı Haktan emir aldı ve oğlu İsmâil'le birlikte derhal çalışmaya koyuldu.
Kâbe'nin inşâsı tamamlanınca, baba oğul ellerini dergâh-ı İlâhîye açarak şöyle yalvardılar:
"Ey Rabbimiz! Neslimizden gelen Müslüman ümmet içinden bir peygamber gönder. Ki o, onlara âyetlerini okusun, Kitabı ve hükümlerini öğretsin. Onları günâhlardan temizlesin!" 3
İşte, Cenâb-ı Hak, yapılan bu samimi duâyı cevapsız bırakmadı ve Hz. İsmâil'in neslinden peygamberlerin reisi Hz. Muhammed'i (a.s.m.) göndererek kabul etti. Bu gerçeği Kâinatın Efendisi, "Ben, babam İbrâhim'in duâsıyım..." 4 buyurarak ifade etmişlerdir.
Hz. İsmâil'in evlâd ve torunları gittikçe çoğaldı ve Arap Yarımadasının her tarafına dağıldı. İçlerinden Adnanoğulları, onlar içinden Mudaroğulları ve onlar içinden de Kureyş Kabilesi diğerlerinden üstün ve farklı oldu. Kureyş Kabilesi içinde ise Hâşimîler kolu hepsinden daha çok fazilet ve şeref buldu.
Bu gerçeği de bizzat kendileri şu şekilde ifade buyururlar:
"Allah, İbrâhimoğullarından İsmâil'i, İsmâiloğullarından Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından da Kureyş'i, Kureyş'ten de Beni Hâşim'i, Benî Hâşim'den de beni seçmiştir." 5
"Ben devirden devire, (nesilden nesile, âileden âileye) seçilerek intikal eden Âdemoğulları soylarının en temizinden naklolundum, sonunda içinde bulunduğum 'Hâşimoğulları' âilesinden neş'et ettim."
"Allah beni, dâima helâl babaların sulbünden, temiz anaların rahmine naklederek, sonunda babamla annemden ızhâr etti. Âdem'den, anne-babama gelinceye kadarki nesebim içinde nikâhsız birleşen olmamıştır."
Bütün kaynakların ittifakla belirttikleri, Kâinatın Efendisinin yirminci dedesine kadar uzanan neseb silsilesi şöyledir:
"Muhammed (a.s.m.), Abdullah, Abdülmuttalib (asıl ismi Şeybe), Hâşim, Abd-i Menâf (Muğîre), Kusay, Kilab, Mürre, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr (Kureyş), Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike (Amir), İlyas, Mudar, Nizar, Maad, Adnan." 6
Annesinin nesebi de şöyledir: Vehb, Abdümenâf, Zühre, Kilâb, Mürre... Görüldüğü üzere her iki tarafın nesebi Kilâb'da birleşmektedir.
İşte, Fahr-i Kâinat Efendimizin büyük dedeleri bu zâtlardı. Herbirinin zürriyeti çoğalmış ve herbiri pekçok cemaatların reisi ve birçok kabile ve aşîretlerin dedesi ve babası olmuşlardır.
Ancak, ne vakit birinin iki oğlu olsa veya bir kabile iki kola ayrılsa, sevgili Peygamberimizin soyu en şerefli ve en hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda onun büyük dedesi kim ise, yüzünde parlayan müstesnâ nûrdan bilinirdi.

Yirminci Dededen Sonraki Neseb Çizgisi
Neseb âlimlerince, Peygamber Efendimizin yirminci dedesi olan Adnan'ın Hz. İbrâhim'in neslinden olduğu ittifakla kabul edilmektedir. Adnan ile İbrâhim (a.s.) arasında uzun bir zaman mesafesi vardır. Bir kısım neseb âlimleri arada kırk batın (göbek) bulunduğunu belirtirler. Buna göre aradaki zaman biriminin ne kadar uzun olduğunu az çok tasavvur etmek mümkündür.
Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimizin yirminci dedesi Adnan'dan Hz. İbrâhim'e kadar olan ikinci kademe neseb silsilesi, basamak basamak tesbit edilememiştir. Bazı neseb âlimleri Peygamber Efendimizin nesebini yedi, bazısı da dokuz göbekte Hz. İsmâil'e bağlarlar. Bu, haliyle arada birçok basamakların atlandığını ortaya koyar.

Adnan'dan Hz. İbrâhim'e Kadar Olan Nesep Çizgisi
Bazı âlimler, Peygamber Efendimizin, Adnan'dan Hz. İbrâhim'e kadar olan ikinci kademe neseb silsilesini şöyle sıralarlar:
Adnan, Udd (veya Udad), Mukavvim, Nahur (veya Sârih), Teyrah, Ya'rub, Yeşcub, Nabit, İsmâil (a.s.), İbrâhim (a.s.)
Ayrıca, İbn-i İshâk, bundan sonra da, Resûl-i Ekrem Efendimizin neseb silsilesini tâ Âdem'e (a.s.) kadar götürür. Ancak belirtelim ki, diğer kaynaklar bu silsile üzerinde ittifak etmiş değillerdir.

1. Kastalanî, Mevabibü'l-Ledünniye: 1/6.
2. A.g.e. 1/7
3. Bakara Sûresi, 129
4. İbni Hişâm, Sîre: 1/175; Taberî, Tarih: 2/128.
5. İbni Sa'd, Tabakât: 1/20. Müslim: 7/58
6. Sîre, 1/1-3; Tabakât, 1/55-56; Ensâbü'l-Eşraf, 1012 vd; Taberî, 2/172-180


Kainat' ın Efendisi (ASM), Salih Suruç

İnsafla Bakabilseler… Doğuran ve Doğurulanlar İlah Olamaz…

Yıllar önce, Almanya’da bir dostumu ziyaret etmiştim. Kendisi doktora yapmak üzere bu ülkeye gelmişti. Kendisinden birbiriyle yakından ilgili iki önemli haber almıştım:

Birincisi; doktora yaptığı üniversitede yapılan bir ankette, öğrencilerin yüzde doksanının ateist oldukları sonucunun çıkması. Dostum bu acı haberi verirken bir noktanın da altını önemle çizmişti: Bu gençler, tahrif edilmiş İncil ile ve kilisede verilen dinî bilgilerle tatmin olamadıkları için dinden kopuyorlar. Şu var ki, bunlar ne din düşmanı oluyorlar; ne de vatan haini. Sadece, kendi ifadeleriyle “metafizik konulara ilgi duymadan” yaşıyor, dünyaya olasıya dalıyor, sefahat bataklığında bocalıyor, iman boşluklarını eğlence ile, içki ile ve daha kötüsü uyuşturucu ile kapatmaya çalıyorlar.

Dostumun verdiği ikinci haber hem ilginç hem de ümit vericiydi: “Papazlar arasında tevhit inancı hızla yayılıyor.”Demek oluyor ki, üç ilah safsatası artık papazları da tatmin etmiyor. Bu tatminsizlik gençlik bazında çok daha büyük bir orana varıyor ve onları düşünmeden yaşamaya, adeta, mecbur ediyor.

Ne var ki, düşünmeden yaşamak asla bir çözüm değil. Düşünmemek ne ihtiyarlığı engelliyor, ne ölümü, ne de ölüm ötesi ebediyet yolculuğunu. Bu gençler kendilerine uzanacak bir yardım elini hasretle bekliyorlar. Bu el, onları öncelikle üç ilah safsatasından kurtarıp tevhit inancına kavuşturacak, onlara hayatın gayesini öğretecek, ölümle başlayan ebedî yolculuğun güzergâhını gösterecek ve ileride iki kola ayrılan bu yolculukta akıbetlerinin “saadet” olması için neler yapmaları gerektiğini ders verecektir.

Tevhidin, en veciz ve en kuvvetli dersi ihlas Suresindedir.

“De ki, O Allah bir tektir.

Allah Sameddir (hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır).

Doğurmadı ve doğurulmadı.

Ona bir denk ve benzer de olmadı.”

Alimlerimiz surede geçen “Doğurmadı ve doğurulmadı.” hükmünü tefsir ederken “doğuran ve doğurulanlar, eşi ve benzeri olanlar ilah olamazlar” şeklinde bir işarî manaya dikkat çekerler.

Hz. Meryem’in de Hz. İsa’nın da ilah olamayacakları bu ayetle bütün Hıristiyan alemine en güzel şekilde ders verilmiştir.

Nur Külliyatından Lemaât adlı eserde, İhlas Suresinin özlü bir tefsiri yapılır.Lem yelid (doğurmadı) için şöyle bir açıklama getirilir:

“Yani, tağayyür, ya tenasül, ya tecezzi eden elbet, ne Hâlık’tır, ne Kayyum’dur, ne ilâh… ”Bu sureyle, hem Hz. İsa ve Hz. Üzeyr’in, hem melaikelerin, hem de ukul-u aşere inancının kökünün kesildiği belirtilir.

Kur’an-ı Kerimde bildirildiği gibi, Yahudiler Üzeyr peygambere, Hıristiyanlar da İsa aleyhisselama “Allah’ın oğlu.” demekle şirke ve küfre düşmüşlerdir. Yine bir kısım müşrikler de meleklere “Allah’ın kızları” demişlerdir. Öte yandan bazı felsefeciler ukul-u aşere (on akıl) tezini ortaya atmışlar, Allah’ın önce akl-ı evveli (birici aklı) yarattığını, daha sonra bu aklın ikinci aklı (akl-ı saniyi), onun da üçüncü aklı (akl-ı salisi),…. yarattığını, onuncu aklın da bu âlemi idare ettiğini iddia etmişlerdir. Nur Müellifi bu inancın da “lemyelid” hükmüne zıt olduğunu ifade etmiş, insan aklından doğan bu hurafelerden de Cenab-ı Hakkın münezzeh olduğunu ifade etmiştir.

Yine Lemaât’ta, “Ve lem yuled” (doğurulmadı) ibaresi hakkında da şu açıklama getirilir:

“Yani, ya müddeten hadis ise, ya maddeden tevellüd, ya bir asıldın münfasıl olsa, elbette olmaz şu kâinata penah.”

Burada “doğurma” ifadesi çok geniş bir çerçevede ele alınmıştır. Hz. Meryem ve Hz. İsa gibi biri doğan diğeri doğuran iki varlığa ilahlık isnat edildiği taktirde, bu yanlış telakki burada kalmaz, bütün varlık alemine dal budak salar: Buluttan doğan yağmur, denizden doğan balık, ağaçtan doğan meyve, topraktan doğan ağaç, güneşten ayrılan gezegenler, koyunun doğurduğu kuzu, elementlerden doğan cisimler, gıdalardan doğan hücreler …

Örnekleri artırabiliriz.

Doğanlar ve doğuranlar ilah olsalardı, bütün bu varlıkların da ilah olmaları gerekirdi. O taktirde etrafımızda kaynaşan bütün varlıklar hep ilah olurlardı. Hepsi ilah olunca da ortada mahluk kalmazdı. Bunların hepsi “maddeden tevellüd, ya bir asıldan münfasıl”dırlar. Yani bu maddi varlıklar yine maddi olan varlıklardan doğmuşlar, o asıllardan ayrılmış, çoğalmışlardır.

Bütün bu varlıklar, aynı zamanda “müddeten hadis”tirler. Yani, zaman itibariyle sonradan ortaya çıkmışlardır. Dünyaya gelmelerinden bir müddet önce yoklukta idiler. Onları yokluktan varlığa kim getirdi ise İlah ancak O’dur; bu doğuran ve doğurulanlar değil.

Ağaç ve meyve örneğini ele alalım: Ağaçtan doğan meyve ilah olamayacağı gibi, onu doğuran ağaç, o ağacı doğuran toprak, yeryüzünü doğuran güneş de ilah olamazlar. Her doğan, bir sonrakine göre de “doğuran” oluyor. Bunların hepsi mahlukturlar, hepsi acizdirler. Hepsi doğup doğurma kanununun mahkûmudurlar. Onların tümünün Hâlık’ı, bu kanunun Hâkim’idir.

Batı gençliğinin dikkat ve insafla değerlendirmeleri gereken çok önemli bir ayet-i kerime de şudur:

Meryem oğlu Mesîh sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Onun annesi dürüst ve inançlı bir kadındır. İkisi de yiyip içen birer insandı. Bak, ayetleri onlara nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl saptırılıyorlar.” Mâide Suresi, 75

Bütün peygamberler, âlemlerin Rabbi olan Allah’ı, bu âlemlerden süzülmüş en mükemmel meyve olan insanoğluna tanıtmak üzere gönderilmişlerdir. Bunlardan birisi de Hz. İsa’dır.

Ayet-i kerimede bu hatırlatma yapıldıktan sonra, Hz. Meryem’in de, Hz. İsa’nın da yemek yediklerine vurgu yapılır. Her ikisi de bu âlem tezgahında dokunan gıdalarla beslenmektedirler.

Bu hatırlatmada, o günün Hıristiyan’larına büyük bir ders veriliyordu: Onların her ikisi de gıdaya muhtaç idiler, muhtaç olan ise İlah olamazdı. Yine her ikisi de kâinatın mahsullerini yiyorlardı. Kâinata muhtaç olan bu kişilerin “kâinatın yaratıcısı” olmaları nasıl düşünülebilirdi?!..

Öte yandan, kâinat onlardan önce de vardı. Ve yine onlardan önce de resuller gelmişti.

Bu peygamberleri kim göndermişti?

Onlara indirilen kitaplar ve suhuflar kimindi?

O dönemlerin âlemlerini kim yaratmıştı?

O devirlerin insanlarını, hayvanlarını, bitkilerini yaratan kimdi?

Her halde Hz. Meryem ve oğlu İsa (as.) değillerdi. Maziye nüfuz edemeyen bu iki seçkin kulun istikbal hakkında da hiçbir tasarrufları olamazdı. Ayetlerde verilen önemli bir mesaj da Hz. Meryem’in “sıddıka” olduğu, yani doğruluktan ayrılmayan, sıddıkiyet makamında tertemiz ve üstün bir insan olduğudur. Kur’an-ı Kerimde sırat-ı müstakimde gidenler tarif edilirken, sırayla, peygamberler, sıddıklar, şüheda ve salihler zikredilirler. Peygamberlerden sonra en üstün insanlar sıddıklardır. İşte Hz. Meryem de doğruluk ve sadakat ehli olan bu seçkin zevat içinde yer almış müstesna bir hanımdır.

Hz. Meryem’e iftira atan Yahudilere karşı Kur’an-ı Kerim onun gerçek mahiyetini böylece ortaya koymuş ve müdafaasında bulunmuştur. Bu ise Kur’an’ın Allah kelamı olduğunun apayrı bir delilidir. Aksi düşünülemez. Zira Peygamber Efendimize (asm.) karşı çıkan iki ehl-i kitap grubundan birisi diğerinin aleyhinde çalışırken ve iftiralar atarken, Kur’an-ı Kerim o iftira edilenin müdafaasını üslenmekle, hem Hz. Meryem’i ve Hz. İsa’yı layık oldukları makamlara oturtmuş, hem de Peygamber Efendimizin (asm) risaletini bütün Hıristiyan âlemine şöylece göstermiştir:

“Sizin rakibiniz sizi müdafaa ediyor. Siz ona karşı çıkarken o size yapılan hücumlara karşı koyuyor. O, Allah’ın elçisi olmasa hiç böyle yapar mıydı? Düşmanlarının birbirlerine karşı çıkmalarından memnun olması, bu hücumları desteklemesi gerekmez miydi?”

Öte yandan, aynı mana, Allah Kelamında farklı biçimlerde defalarca nazara verilmektedir. Miraçtan ilahi bir hediye olarak gelen ayetler de (Bakara Suresinin son iki ayeti) bu noktada çok önemlidir.

Bu ayetlerde Allah resulünün kendisine indirilenlerin tümüne iman ettiği, bütün müminlerin de bu yolda gittikleri nazara verilir.

Onların (müminlerin) hepsi Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. ‘Biz Allah’ın peygamberlerinden hiçbirinin arasını ayırmayız. Dinledik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, mağfiretini niyaz ederiz. Bizi bağışla. Son varışımız ancak sanadır. dediler.’ ” Bakara Suresi, 285

Bilindiği gibi iman tecezzi kabul etmez. Yani imanın altı rüknü bir bütündür, birine bile inanmamak insanı küfre götürür.İman tecezzi kabul etmeyeceği gibi, rükünleri de tecezzi kabul etmezler. Yani, peygamberlerden, yahut kitaplardan birisine bile iman etmeyen kimse mümin olamaz. Bu hükümler, bir hikmet ve ibret tablosu olarak bütün insanlık aleminin önünde bulunuyor. Bir Hıristiyan’ın bu tabloyu iyi değerlendirip şöyle düşünmesi gerekmiyor mu?

“Ben İslâm dinine karşı çıkıyorum. Ama İslam dininde benim peygamberime inanmayan bir kişi mümin olamıyor. Bu din İlahi olmasa, böyle bir hükme nasıl yer verir?”

Bugün batı dünyası bu değerlendirmeyi insafla yapamıyorsa, daha önce de belirttiğim gibi, dinlerinin kendilerini tatmin etmemesinin bir sonucu olarak, din konusunda “düşünmeden yaşama” yoluna girdiklerindendir. Onların dikkatini çekmenin bir tek yolu vardır. O da İslam’ın güzelliklerini hayatıyla sergileyen örnek Müslümanların çoğalması.

“Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemalâtını ef'alimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler. Belki Küre-i Arzın bazı kıt'aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler." (Tarihçe-i Hayat)

Biz, hepimiz, bütün bir İslam dünyası bir yönüyle teşvik, bir yönüyle de tehdit unsuru taşıyan bu ifadelere kulak vermeli, örnek bir Müslüman olmaya çalışmalı ve İslam’ın tevhit inancını muhtaç ruhlara böylece ulaştırmalıyız.

Bunu yapmadığımız takdirde sorumluluğumuzun çok büyük olacağı açıktır. Çünkü, sergilediğimiz kötü örnekler nice muhtaçları hidayet kapısından geri çevirecektir.



Sorularla İslamiyet

Muhabbetullah nedir? İnsan, kime, ne ölçüde muhabbet edecektir?

Muhabbetullah, Allah-ü Teâlâ’nın kemâl ve cemâlini idrak ve takdir oranında kalpte oluşan ilâhî bir nurdur. Bu muhabbet ile insan ruhu, kederlerden ve hüzünlerden kurtulur. Safî neşe ve huzura kavuşur. İnsan ruhunu erdeme ulaştıran sebeplerin en sağlamı, Allah sevgisidir.

Cenâb-ı Hak, insanın kalbine sonsuz bir muhabbet kabiliyeti yerleştirmiştir. Bu sonsuz muhabbet, ancak zât ve sıfatlarıyla sonsuz kemâlde bulunan Allah içindir. Yâni, insana lütfedilen bu sevgi kabiliyeti Allah’ı sevmek içindir.

İnsan bir şeyi ya ondaki kemâl, yahut ondan aldığı lezzet ve gördüğü menfaat için sever. Meselâ, bir Müslüman peygamberleri, evliyaları, irfan ve fazilet sahibi zâtları, onlardaki “kemalât-olgunluk-erdem” için sever. Kendisine ihsan eden kimseleri, onlardan gördüğü lütuf ve ikramları için sever. Yediği yemek ve meyveleri ise lezzetleri için sever. İnsan, aklen ve vicdanen bilir ki, kemâllerini takdir ettiği, ihsanlarından memnun olduğu ve lezzet aldığı bütün bu varlıklar Allah’ındır. Hepsini O yaratmıştır. Bunlarda tecelli eden bütün kemâl, cemâl ve ihsanlar, hep Ondan gelmektedir.

Öyleyse, insan kendindeki bu nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, evvela ve bizzat Allah’a verecek, diğer bütün muhabbete lâyık zâtları, nimetleri ve ihsanları da Allah için sevecektir. Bozulmamış her akıl ve vicdan, bu hakikati kabul eder.

Buna binâen, biz Müslümanlar, başta Peygamberimiz (asm.) olmak üzere, Dört Halifeyi, Âl-i Beyt’i, bütün sahabe-i kirâmı Allah nâmına, “Allah onları sevdiği ve sevmemizi istediği” için seviyoruz. Eğer bu zâtları, Allah için değil de, sırf kendi şahsiyetleri için sevsek, o zaman Hıristiyanların düştüğü tehlikeye biz de düşmüş oluruz. Zira, onlar Hz. İsa’yı (as.) Allah’ın bir Resulü, elçisi olarak Allah namına değil de, - hâşâ - Allah gibi seviyorlar. onu, Allah’a ortak koşmakla dinden çıkıyorlar.

Her Müslüman, şu konuyu dikkatle göz önüne almalıdır: Kur’ân-ı Kerim, insanların dünyevî ve uhrevî bütün durumlarına ölçü getirmiştir. Konuşmalarına, yiyip içmelerine, ticaretlerine ölçü koyduğu gibi, fikir ve his âlemlerine de ölçüler koymuştur.

Meselâ, konuşmaya ölçü getirmiştir: Müslüman yalan konuşamaz. Düşünce tarzına ölçü getirmiştir: İnsan Cenâbı Hakk’ın Zâtını, mahiyetini ve nasıl olduğunu düşünemez. Aynı şekilde Allah’ı sevmeye ve Ondan korkmaya da ölçü getirmiştir. Allah sevgisinin ölçüsü, “iyi amel işlemek”, Allah korkusunun ölçüsü ise, “takvâ” yâni günahlardan sakınmaktır.

Konumuzla ilgili olarak “sevgide ölçü” üzerinde biraz durmakta fayda görüyoruz.

Biz Müslümanlar sonsuz ve şartsız olarak ancak Allah’ı severiz. Sonra Peygamberimizi (asm.) severiz. Ama, onu (asm.) hâşâ ilah gibi değil, Allah’ın kulu ve Resulü olarak severiz. Ondaki bütün kemalâtın kendi zâtından değil, Allah’tan olduğuna iman ederiz. Onun, Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının tecellisine en geniş bir ayna olduğunu bilir ve bu itibarla kendisini canımızdan, malımızdan ve akrabalarımızdan kısaca her şeyimizden daha çok severiz.

Allah ve Resulünden sonra diğer peygamberleri, sonra dört halifeyi, sonra diğer sahabeleri severiz. Sonra da derecelerine göre, bütün evliyaları ve müminleri severiz... Sonuç olarak, sevgimizde İslâmîyet’in koyduğu ölçülere dikkat ederiz.

Allah’ı sevmenin nasıl olacağına gelince, bu hususta Kur’ân-ı Kerim şu ölçüyü koymuştur:

De ki: Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı affetmekle örtsün. Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.”
(Âl-i İmrân Sûresi, 31 )


Yukarıdaki ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle buyurulmaktadır:

Allah’a (c.c.) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seveceksiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. O’na benzemek ise, O’na ittiba etmek (tâbi olmak)tır. Ne vakit O’na ittiba etseniz Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversiniz; tâ ki, Allah da sizleri sevsin” (Lem’alar, 21)


Bu ayet-i kerime ve izahından anlaşıldığı gibi, Allah’ı sevmenin yolu, Peygamber Efendimize (asm.) uymaya çalışmaktır. Bir mümin, itikat, ahlâk ve ibadette Resulüllah’a benzemek ve O’nun getirdiği bütün hükümleri mümkün olduğu kadar uygulamakla Allah’ı sevmiş olur. Ashâb-ı kirâmın büyüklüğü, Resulüllah’a tâbi olmakta en ileri seviyede olmalarındadır. Bu vadide, Hz. Ali (ra.) ve Âl-i Beyt’in de çok özel bir yeri vardır. Öyleyse onları seven her mümin de, onlar gibi Peygamberimize (asm.) tâbi olmakla sorumludur. Sonuç olarak, Peygamberimiz (asm.) Allah’ın sevdiği, razı olduğu insan modelidir. Bir mümin O Rehber-i Ekmel’e benzediği ölçüde Allah’ı sevmiş ve Onun muhabbetini kazanmış olur.

Peygamberimize benzemek ise, fiilleri, sözleri, ahlakı ve davranışlarıyla Onun bütün Sünnet-i Seniyye’sine tâbi olmakla mümkün olur.

Buna göre, Sünnet-i Seniyye’ye tam uymak isteyen bir mümin, Resulüllah Efendimiz (asm.) gibi - farz, vacip, sünnet - bütün namazlarını kılacak, orucunu tutacak, zengin ise hacca gidecek ve zekât verecek, Kur’an’ı okuyacak, Onun sevdiklerini sevecek, sevmediklerini sevmeyecek. Onun ahlâkına mümkün olduğu kadar uymaya çalışacaktır.

Allah nerededir?

“Nerede?” sorusu, mekân tutan varlıklar için sorulabilir. Bunlar da maddî varlıklardır. Mekân madde olduğu gibi onda yer tutanlar da maddedirler. Mekânı ve maddeyi yaratan ve bir ismi Nur olan Allah hakkında böyle bir şey düşünülemez.. Kaldı ki, mahluklar içinde bile, mekânla kayıtlı olmayanlar vardır. Bunun en yakın misali kendi ruhumuzdur.

Organlarımızın yerleri, mekânları vardır. Bunun içindir ki, “Ciğer nerededir?” yahut, “Böbrek nerededir?” gibi sorular sorulabilir. Fakat, ruh ve onun latifeleri, duyguları hakkında bu tip sorular sorulamaz. Mesela, “Ruh nerededir, akıl nerede oturur, sevginin, korkunun, hafızanın mekânları nerelerdir?”şeklinde sorular soramıyoruz.

İnsan, maddî olan ve mekânla bağlı bulunan bedenini ölçü almak yerine, mekândan bir derece bağımsız olan, ruhlar alemini, melekleri ve tabiatta icra edilen kanunları düşünse böyle bir soruya yer kalmayacaktır.

Sorularlaislamiyet

Allah her yerde hazır ve nazır olduğu halde, Ona rücu, yani Allah’a dönme ne demektir?

Rücu kelimesinin sözlük anlamı, geri dönmedir. Rücu ile ilgili âyet-i kerimeler, “Sonunda bize döndürüleceksiniz.” Yahut, “Sonra da döndürülüp, Ona götürüleceksiniz,” şeklinde biter. Her işini Allah’ın kendisine verdiği kuvvet ve kudretle ve diğer imkanlarla gören insanoğlunun, Rabbinin tasarrufu dışına çıktığı bir tek an dahi düşünülemeyeceğine göre rücuyu nasıl anlayacağız?

Üzerinde en fazla durulan mana, kendisine cüzi irade verilmekle bu dünyada bir imtihana tabi tutulan insanların, ahirette ömürlerinin hesabını vermek üzere Allah’ın huzuruna çıkmaları şeklindedir.

Ezel aleminde ruhlarımıza bir hitap gelmişti; “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye... Bu soruya; “Evet, sen bizim rabbimizsin.” şeklinde karşılık vermiştik.

Dünya imtihanına atılınca sebepler âlemiyle karşı karşıya kaldık. Hep güneş doğunca ortalık aydınlandı, hep bahar gelince çiçekler açtı. Buğdayımızı, sebzemizi hep topraktan, meyvemizi daima ağaçtan aldık. Bu hâl insanların bir kısmına gaflet verirken, diğer kısmını şükre sevk etti.

İmtihan âlemi kapandıktan, kabir safhası geçilerek, mahşere çıkıldıktan sonra, bu iki gurup insan da rablerine döndürülecekler. Yine onun huzurunda toplanacaklar. İşte bu içtima, bir rücu dur. Bu rücu, irademiz dışında olacaktır. “Döndürülmek” tabiri bize bu dersi verir. Ve bize bir başka rücuyu ders veren bir âyet-i kerime:“Allah ı nasıl inkâr ediyorsunuz ki; ölü idiniz sizleri diriltti. Sonra sizleri yine öldürecek. Sonra sizleri yine diriltecek. Sonra da döndürülüp Ona götürüleceksiniz.” (Bakara Suresi, 28)

İnsan ölü iken, yâni maddesi ölü elementler âlemindeyken diriltilerek insan hâline getiriliyor. Sonra yine ölüyor ve beden tekrar aslına rücu ediyor, tümüyle element oluyor. Bu safhayı yeniden diriltilme ve mahşere çıkma takip ediyor. İşte iki ölüm, iki diriliş ve iki ayrı rücu: Biri ölümden ölüme... Diğeri, hayattan hayata rücu.

Rücu ile ilgili diğer bir âyet-i kerime: “Biz Allah içiniz ve muhakkak Ona rücu edeceğiz.”(Bakara Suresi, 156)

İtaat edenler de, isyan edenler de, öte âlemde yine onun huzurunda toplanacak, Ona rücu edecekler. Onun kulu olarak yaşayan ve bu imtihan âlemini iman ile terk eden bir kulun, ahirette rabbine rücuu bir bayramdır.Allah’ın mülkünde Onu tanımadan ve emirlerine uymadan yaşayan insanlar da Rablerine küfür ve isyan üzere rücu edeceklerdir. O halde, rücu denilince, gözümüzde mahşer canlanmalı... Her iki tabloyu da, hayalen olsun, nefsimizin önüne koymalıyız. Tâ ki rıza çizgisinden ayrılmasın, dünyanın geçici lezzetlerine kapılmasın ve haramlardan uzak kalsın.“O gün emir yalnız Allah ındır.” (İnfitar Suresi, 19) âyetinden ders alsın, o günü beklemeden bugünden Onun emri altına girsin, hükmüne razı olsun.Peygamber Efendimiz’in (asm.) “Ölmeden evvel ölünüz.” emrine böylece uysun ve rabbinin gösterdiği istikamet yoluna dünyada rücu etsin. Ta ki, ahiretteki rücuu saadetle sonuçlansın.Zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah, biz kullarını mekâna yerleştirmiş ve zamana taksim etmiş. Öyle ise insan, hangi mekânda ölürse ölsün, mekândan münezzeh olan rabbine rücu eder. Keza, hangi zamanda can verirse versin, zamandan münezzeh olan rabbine kavuşur...
Sorularlaislamiyet

Hanım Sahabiler Sesli Mp3 İndir Dinle No Rapid

Namaz Hocası Sesli Mp3 İndir Dinle Rapid

Esselamü Aleyküm

Namaz Hocası Tüm Mp3leri İndir

http://rapidshare.com/files/238158598/01-Abdest-Gusul-Teyemmum_vbr.mp3
http://rapidshare.com/files/238158682/02-Namazi-Farzlari_vbr.mp3
http://rapidshare.com/files/238158582/03-Sabah-Namazinin-Kilinisi_64kb.mp3
http://rapidshare.com/files/238158706/04-Ogle-ve-ikindi-Namazlarinin-Kilinisi_vbr.mp3
http://rapidshare.com/files/238158569/05-Aksam-ve-Yatsi-Namazlarinin-Kilinisi_vbr.mp3
http://rapidshare.com/files/238158796/06-Cuma-ve-Bayram-Namazlarinin-Kilinisi_vbr.mp3
http://rapidshare.com/files/238158581/07-Teravih-ve-Cenaze-Namazlari-Cemaatla-Namaz-Kilmak_vbr.mp3
http://rapidshare.com/files/238158580/08-Namazin-Sunnetleri-ve-Mekruhlari_vbr.mp3
http://rapidshare.com/files/238158557/09-Namazi-Bozan-Durumlar-Ve-Sevih-Secdesi_vbr.mp3
http://rapidshare.com/files/238158698/10-Namaz-ile-ilgili-Ayet-ve-Hadisler_vbr.mp3



Mükemmel Sesiyle Abdulmohsin Al Qasim Hatim MP3 - indir

Esselamü Aleyküm
uzun Bir aradan sonra tekrar birlikteyiz

http://rapidshare.com/files/238132482/001.mp3

http://rapidshare.com/files/238133720/002.mp3

http://rapidshare.com/files/238133205/003.mp3

http://rapidshare.com/files/238133173/004.mp3

http://rapidshare.com/files/238133062/005.mp3

http://rapidshare.com/files/238133076/006.mp3

http://rapidshare.com/files/238133162/007.mp3

http://rapidshare.com/files/238132782/008.mp3

http://rapidshare.com/files/238132685/009.mp3

http://rapidshare.com/files/238132588/010.mp3

http://rapidshare.com/files/238132930/011.mp3

http://rapidshare.com/files/238132827/012.mp3

http://rapidshare.com/files/238132664/013.mp3

http://rapidshare.com/files/238132641/014.mp3

http://rapidshare.com/files/238132582/015.mp3

http://rapidshare.com/files/238132836/016.mp3

http://rapidshare.com/files/238132752/017.mp3

http://rapidshare.com/files/238132771/018.mp3

http://rapidshare.com/files/238132642/019.mp3

http://rapidshare.com/files/238132742/020.mp3

http://rapidshare.com/files/238132715/021.mp3

http://rapidshare.com/files/238132698/022.mp3

http://rapidshare.com/files/238132692/023.mp3

http://rapidshare.com/files/238132704/024.mp3

http://rapidshare.com/files/238132679/025.mp3

http://rapidshare.com/files/238132677/026.mp3

http://rapidshare.com/files/238132676/027.mp3

http://rapidshare.com/files/238132758/028.mp3

http://rapidshare.com/files/238132703/029.mp3

http://rapidshare.com/files/238132602/030.mp3